'1 dolar' sendromu

İki yılın ardından bayram tatilini de bahane ederek “biraz dinleneyim” diyerek tatile çıktım. Yaklaşık bir hafta ne bilgisayarı açtım ne de sosyal medyayı takip ettim. Pazartesi itibarıyla “rutin” hayat başladı, maalesef hiçbir değişiklik yok. Türk sinemasının en önemli isimlerinden Tarık Akan’a edilen küfürler, bitmeyen FETÖ operasyonları, açığa alınanların isyanı...
Bu haber bombardımanı arasında “bu kadar olmaz” dedirten gelişmelerden biri Mehmet ve Ahmet Altan’ın evinde bulunan “suç delilleri” oldu... Biri akademisyen ve yazar, diğeri gazeteci ve yazar olan iki ismin evinden elbette bilgisayar, kitap, haber metinleri çıkacaktı. Mehmet Barlas’ın yazdığı kitabın bile suç unsuru olarak kayıtlara geçmesinin tuhaflığı bir yana Mehmet Altan’ın evinden çıkan bir dolarlar da örgüt bağlantısını işaret ettiği gerekçesiyle kayıtlara geçmiş... Avukatının verdiği bilgiye göre evde Mehmet Altan’ın yurtdışı seyahatlerinden kalan bozuk paraların yer aldığı bir kutunun içinde birkaç tane 1 dolar bulunmuş.  Kutuda sadece bir dolar değil, farklı tutarlarda yabancı paralar da varmış. 16 Temmuz sabahı itibarıyla 1 doların FETÖ’cülerin birbirini tanımalarını sağlayan bir mesaj olduğu her yerde haber olurken, konuşulurken Mehmet Altan’ın bu 1 dolarları imha etme gereği duymaması ilginç değil mi? Eğer bir bağlantınız yoksa aklınıza bile gelmez zaten...
Sık sık yurtdışına çıkan biri olarak kitaplığımda bu seyahatlerimden kalan bozuk paraların olduğu bir kavanozum var. İçinde Japon yeninden rubleye, dolardan euroya paralar var. “1 dolar” konusu ortaya çıkınca “acaba benim kavanozda da var mı” diye baktım iki tane 1 dolar banknotu buldum paraların arasından. Ne olur ne olmaz diye yırtıp attım! Ülke olarak paranoyaklaşmaya doğru gidiyoruz... Biri suçlanacaksa elde somut kanıtlar olmalı TV programında “ülke kötü yönetiliyor” dediği için birini FETÖ’cü diye gözaltına almak, tutuklamak yürütülen soruşturmanın da inandırıcılığını kaybettirir.
“Kalbimiz kurusun, dillerimiz lal olsun”
Pazartesi günü devlet okulları açıldı, bir hafta boyunca tüm okullarda 15 Temmuz etkinlikleri düzenlenecekmiş. Bu etkinlikler çerçevesinde yapılacaklarından oluşan bir liste var. Öğrencilere 15 Temmuz’u anlatan broşürler dağıtılacak, filmler izletilecek, kitabeler okutulacak... Bu broşürde yer alan yeminde “Eğer sizi unutursak kalbimiz kurusun. Emanetlerinize sahip çıkmazsak dillerimiz lal olsun. Şehidim aziz ve mübarek hatıran önünde bir kez daha söz veriyorum ki; üzerinden asırlar geçse bile şehadetinle hayat bulan bu kutlu destanı asla unutmayacağım” ifadeleri yer alıyor.
Kurtuluş Savaşı şehitleri bile bu kadar keskin ifadelerle anılmazken 6-7 yaşında bir çocuğun okulun ilk günde “kalbimiz kurusun, dillerimiz lal olsun” yeminiyle karşılaşması pedagoji açısından ne kadar doğru? Minicik yürekleri, beyinleri böyle korku dolu ifadeleri okumak zorunda bırakmak, bu tür yeminler ettirmek yerine olayı daha sevgi dolu, daha yumuşak biçimde anlatmak gerekmez mi?
Bir tanıdığım yemin metnini görünce irkilerek okul yönetimine ‘madem bir hafta ders yok, ben çocuğumu okula göndermeyeceğim, rapor alacağım” demiş. Okul yönetimi de “maalesef rapor kabul edilmiyor” yanıtını vermiş. Kaçış yok!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar