7 Haziran: Absürd komedide sona doğru

Tarih yazılırken, tarihin bir parçası olmak olan biteni anlayabilmek için kuşkusuz bir avantajdır, ancak bunun bir de dezavantajı vardır: Yaşanan sürecin bir parçası olmak, olaylarla araya bir görüş mesafesi koymayı zorlaştırdığı için görüntüler çoğu zaman flulaşır, bulanıklaşır.

Türkiye siyaseti son birkaç aydır bütünüyle seçime kilitlenmiş durumda ve biz de o sürecin bir parçası olarak yaşananları izliyor ve anlamaya çalışıyoruz, ancak tam da yukarıda söylediğim üzere olaylarla aramızda bir mesafe koymamız zor olduğu için, birçok şeyi flu ve bulanık görüyoruz.

Oysa süreçten biraz uzaklaşıp, yaşananlara biraz “yabancılaştığımızda”, tarihin en tuhaf seçimlerinden birine tanıklık ettiğimizi, gelecekte bir gün bu seçimler konuşulurken, dönüp bugünlere bakanların olan biteni şaşkınlıkla okuyacağını ve yazacağını görebilir, söyleyebiliriz.

Düşünün, ilk kez bir seçimde, mevcut başbakan meydanlara “bana oy verin ki, başbakan olmayayım” diye çıkabiliyor; çünkü iktidarın temel seçim vaatlerinden birini başbakanlığa ihtiyaç duyulmayan başkanlık sistemi oluşturuyor.

Düşünün, ilk kez bir seçimde, mevcut iktidar seçmenlere parlamento seçimlerinin sonunda, eğer istediği sonucu alırsa parlamenter sistemi tasfiye edeceğini söylüyor, yani seçmenden parlamento seçimlerinde parlamentoyu feshedecek bir tutum almasını istiyor.

Tuhaflıklar bununla mı sınırlı peki? Değil elbette.

“Tarafsız” cumhurbaşkanı, “10 Ağustos itibariyle parlamenter sistemi askıya aldık, tek çare başkanlığa geçmek” diyor, yani anayasanın askıda olduğunu, bizzat kendilerinin askıya aldığını, tam da bu nedenle aslında ilk kez “askeri olmayan bir ara rejim”de yaşadığımızı itiraf etmiş oluyor.

Aynı “tarafsız” cumhurbaşkanı, “400 vekil verin, sorun çıkmasın” diye başladığı seçim macerasını, “biz şöyle aday göstermedik, böyle aday göstermedik” diye iktidar partisi adına konuşarak devam ettiriyor.

Peki Bunu nerede yapıyor? “Açılış konuşmaları” adı altındaki mitinglerde tabi ki.

Ya finansman, bu mitinglerin finansmanı nasıl karşılanıyor acaba? Tarafsız cumhurbaşkanını “millet” seçtiği için, milletin parasıyla doğal olarak!
Peki yetiyor mu bu kadar tuhaflık? Yetmiyor elbette.

“Tarafsız cumhurbaşkanı” seçim konuşmalarının hemen başında tarafsızlığını ve bütün partilere eşit mesafede olduğunu söylüyor, hemen ardından ise bütün muhalefet partilerini topa tutuyor.

“Bunlar Zerdüşt”ten tutun da, “ana muhalefetin genel müdürü”ne, “pop star”dan tutun da “bar şarkıcısı”na tam bir “tarafsızlık manzarası” yani karşımızdaki.
Bu “tarafsızlık manzarası” yeni Türkiye’ye yetmediği için olsa gerek, burada kalınmıyor ve sanki milletvekili değil hilafet seçimlerine gidiyormuşuz gibi miting kürsülerinden Kuran sallanıyor.

İktidar Kuran sallayınca muhalefet de dindarlıkta ondan aşağı kalmayacağını göstermek için olsa gerek, Fatiha okumayı bildiğini ispatlamaya çalışıyor, imam-hatipleri açmakla övünüyor, Said Nursi’nin ne kadar etkileyici bir din adamı olduğundan söz ediyor.

Velhasıl, ileride çok daha iyi anlaşılacağı üzere, tuhaflıklarla dolu, neresinden tutarsanız tutun elde kalan, absürd komedi tadında bir seçim süreci yaşanıyor.

Pazar günü sandıklara gidip oyumuzu kullanacağız ve çoğumuz “bir nefes almak”, iktidara bir kez de olsa o yenilgi hissini tattırmak için yapacağız bunu.

Bunda elbette bir sakınca yok ama unutmamak gerekiyor: Seçimden çıkacak hiçbir sonuç “Gordion düğümü”ne dönen Türkiye siyasetini çözmeyecek, bunun için halkın efsanedeki düğümü çözen “İskender’in kılıcı”nı kuşanması gerekecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar