7 Haziran seçiminde oyumu...

Adalet Ağaoğlu, yıllar önce yazı yolculuğunu farklı bir rotaya çevirdiğinde “bir roman, yazarı kadar okuyucusunu da zorlamalı” demişti. Okuyucu; yazının labirentinde kaybolmayı göze almalı.. Sözcüklerin arkasındaki kat kat anlamları çözmeye çalışmalı.. Kısacası “emek” vermeliydi.
Bugün, aynı önermeyi “siyaset ve seçim” için yapmak istiyorum. Vatandaş / seçmen en az siyasetçi kadar emek harcamalı. Ülkesinin akıbeti belirsiz bir sürüklenişten kurtarılması için çaba göstermeli.
Aslında çok da büyük şeylerden söz etmiyorum. Gönlündeki parti için yola koyulsun, broşür dağıtsın, propaganda yapsın demiyorum.
Eğer olanağı varsa, bunları da yapsın elbette. Ancak, asıl, “kendi zihnini” temizlesin. Yalan bombardımanında ufalanıp gitmesin.
Daha açık yazayım.
Pek çok kez duyduğum gibi, bugünlerde yine aynı “yakınmalara” tanık oluyorum: “CHP umut olamıyor.. Kapı kapı dolaşıp kendisini anlatamıyor.. Zaten uygun adaylar da çıkartamadı..”
Hiçbiri doğru değil.
* Belki yakın zamana kadar kendi içine kapanmış bir partiydi CHP. Oysa şimdi, sokakların, meydanların tozunu attırıyor. Kahveleri, evleri tek tek dolaşıp “kendisini” anlatıyor.
* Uygun adaydan kasıt nedir, bilmiyorum. Ancak, birkaç isim bile bana çok şey ifade ediyor: Zeynep Altıok, örneğin. Sırf onun için oy verilebilir CHP’ye.. Ya da Özgür Özel.. İstanbul’da İlhan Cihaner.. Ve daha nice çalışkan karınca. Üreten beyin.
* Seçim kampanyası da, bırakın CHP seçmenini, AKP’lileri bile şaşırtmadı mı! AKP ilk kez; Emekliye bayramlarda iki maaş.. 1500 TL asgari ücret.. 1,5 TL mazot derken sıkışıp kalmadı mı!
* Ayrıca, toplumsal vaatlerden Kürt sorununa kadar Türkiye’nin çıtasını yükseltecek bir beyanname açıklamadı mı!
Bunlardan söz ettiğimde, yüzlerdeki ifade değişiyor. “Doğru, aslında” tadına geliyor.

***

Bahsettiğim tam da bu, işte! Vatandaş / seçmen, “bir zahmet” okuyup, araştırıp partisinin ne söylediğini / yaptığını öğrenmiyor.
Ya ne yapıyor?
Kulaktan dolma şikayetler / analizler / kehanetlerle seçim sohbetleri yapıyor. En kolayı olduğu için habire CHP’ye vuran medyaya itibar ediyor. O medyadaki yazılara bakıp “CHP yine iktidara gelemeyecek” diye yakınıyor.
Hayır! Artık bu çizgiyi aşmamız gereken bir yerdeyiz. Erdoğangiller, sandığa para / vaat / korku ile asılırken bizler sadece yakınacak mıyız! Sonunda CİNCİ HOCA CUMHURİYETİ haline geldiğimizde, yakınsak ne olur ki zaten! Korku imparatorluğunda şatomuz olsa ne farkeder!
İşte bu yüzden, ben de, bugüne kadarki tutumumu bir kenara koyuyorum. İlk kez “açıktan” ne yapacağımı açıklıyorum.
Bu seçimde oyumu CHP’ye vereceğim.
Seçime kadar da, bu amaçla çaba göstereceğim.
İsimleri tekrar sayacağım: İlhan Cihaner, Zeynep Altıok, Özgür Özel, Aykut Erdoğdu ve daha nicesi.. “Yoldaşlarım” diyebileceğim o isimlerle birlikte yürüyeceğim.
Kendimden geçtim. Soma’da can verenler. Gezi’de katledilenler.. Roboski’de bombalananlar. Cizre’de pompalı tüfekle vurulan çocuklar için bunu yapacağım.
Kibar kibar mızırdanmak vakti çoktaaaaan geçti zira.


Kendi “bakanı” resti çekti
Ali Babacan, AKP, daha doğrusu Erdoğan hükümetlerinin değişmez ismi oldu. Başbakan Yardımcısı ünvanıyla ve ekonominin “kaptanı” lakabıyla çok hassas bir görev üstlendi.
Bir süredir gidişattan rahatsız olduğu biliniyordu. Ancak, önceki akşam geleneksel Bab-ı Ali toplantılarının sonuncusunda öyle bir konuşma yaptı ki.. “Rahatsız” sözü çok hafif kaldı.
Babacan, neredeyse açık açık Erdoğan’ı tarif etti. Cumhurbaşkanı olarak tarafsız davranması gerekirken bunu yapmamasını.. Dahası, bu konuda bir “yaptırım” imkanı olmayışını akla getiren suçlamalarda bulundu.
Doğrusu, tarihe kaydı düşülmesi gereken bir konuşmaydı. Tümüne yer vermek söz konusu değil, ama hiç değilse bir bölümünü paylaşmak istediml. Buyurun:

***

"Biz ekonomi alanında ne yaparsak yapalım, Türkiye için güzel şeyler yaptığımızı iddia edersek edelim, eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olmasıyla ilgili ciddi soru işaretleri oluştuysa, bu başlı başına bir problem. Bu ekonomimiz açısından da problem, demokrasimizin işleyişi açısından da problem. Demokrasi kuşkusuz yönetim şekillerinin en güzeli. Halkın kanaatlerinin, eğilimlerinin bir ülkenin nasıl yönetileceğine yansıdığı güzel bir yönetim modeli. Demokrasi hemen yanı başında sağlam bir hukuk ile ancak ayakta durabilir. Eğer bir ülkede ’Demokrasi var, ancak hukuk konusunda sorunlar var’ diyorsanız, işte o ülkede demokrasinin sıhhatli işlemesi bir süre sonra mümkün olmaz. Eğer kurallar açık değilse, kurallar şeffaf değilse, kurallara uymayanlar ile alakalı yaptırımlar yeterince güçlü değilse, eğer ülkenin yargısı iyi işlemiyorsa, burada demokrasi zaafa uğrayabilir. Ekonomi üzerindeki etkilerini zaten iş dünyamız, günlük işlerde gayet güzel bunu hissediyor. Eğer davalar çok uzun sürüyorsa, bilirkişilik müessesesi ile ilgili ciddi sıkıntılar oluştuysa, kararlar tutarlı değilse, alt mahkeme ile üst mahkeme birbirinden tamamen farklı sonuçlara varabiliyorsa, bu iş dünyası açısından ve tabii ki ekonomi açısından son derece sıkıntılı bir tablo oluşturur. Yargının, mutlaka ve mutlaka evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde, Anayasa, yasalar ve belki de daha önemlisi vicdan ile hareket etmesi gerekiyor.”

Erdoğanlar kime ağladı?
Sorunun yanıtı çok açık: Kendilerine ağladılar.
Önceki gün, Arnavutluk’un başkenti Tiran'daydı Erdoğanlar. Resmi törenlerden sonra, Tiran’a bağlı Preza'da köyüne gittiler. Kaleiçi Camii’nin açılışına katıldılar. Ve Aziz Mahmut Vakfı İşkodra İmam Hatip Okulu öğrencilerinin etkinliğini izlediler.
İşte o etkinlikte, bir kız öğrenci “Biz Kısık Sesleriz” şiirini okudu. “Sürünü çobansız bırakma Allahım.. Bu toprakları Müslümansız bırakma Allahım” dizeleriyle de Erdoğanları ağlattı.
O gün, günlerden Soma’ydı. Yüzlerce aile, katliamda hayatını kaybeden 301 maden işçisini anıyordu. Ağıtlar yakıyor, gözyaşlarıyla soğuk mermerleri yıkıyordu. Yetimlerini kucaklıyordu.
Erdoğan, hani şu malum seferi.. Yani “ölüm madencinin fıtratında var” dediği.. Müşavirinin tekmeyle, kendisinin yumrukla “hatır sorduğu” ziyareti unutulup gitmişti besbelli.
Acının yıldönümünde Soma için iki kelime etmedi. Ölenleri yad etmedi. Gözyaşı dökmedi.
Onun yerine, belki “ölümlü oluşunu” hatırlayıp, kendisine ağladı.

Soma’da ölenlere sevinmek!
Manisa Celal Bayar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı PROFESÖRRRR. Ahmet Güç, Soma için düzenlenen anma töreninde, zamanın ruhunu yansıttı. O ruhun “nasıl bir kafada” olduğunu gösterdi: “Bu arkadaşlarımız daha farklı bir şekilde de ölebilirlerdi. Olaya buradan baktığımız açısından onlar için SEVİNDİRİCİ bir durum. Bunlar uyuşturucu ticareti yaparlarken de bir çatışmaya girip ölebilirlerdi. Mafya hesaplaşmasında da ölebilirlerdi. Eşlerini ve çocuklarını rızıklarını temin ederken, hayatlarını kaybettiler.”

Önceki ve Sonraki Yazılar