AB ile nasıl müzakere etmeli?

AB’ye 1987 yılında tam üyelik başvurusunu yapan dönemin Başbakanı Turgut Özal uyarmıştı: “uzun ince bir yol”.

Türkiye’nin AB yolu o yıllardan beri gereğinden fazla uzadı ve son zamanlarda çok inceldi. Yolu genişletme ve kısaltma zamanı çoktan geldi.

AB üyeliği demokrasi demek olduğu kadar işyeri güvenliği, sosyal haklar, kadın hakları, çevre standartları, saydam kamu ihaleleri ve adil devlet yardımları sistemi de demek. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları en az AB halklarının sahip olduğu standartları ve imkânları hak ediyor.

Bu hedefe en hızlı ve olası en derin entegrasyon ile ulaşması Türkiye’nin Avrupa ile müzakere sürecini nasıl yönettiğinde kilitleniyor. Bu sürecin yol haritasını, içerik boyutunu bir önceki yazımda özetlemeye çalıştım.

Değişen dünyada uluslararası müzakere ve siyaset

Gelişen uluslararası müzakere teorileri ve uygulama alanlarının Euro bölgesi krizinden iklim değişikliği görüşmelerine her alanda sonuçlara doğrudan etkisi var. İnternet ve mobil teknolojiler çağındaki hızlı bilgi akışı ve yanlış bilgi riski en gizli ve teknokratik müzakereleri bile etkilemekte.

Bu karmaşık denklemde müzakere stratejisi güçlü olan, doğru taktikleri doğru zamanlama ile sahaya süren ve uygulama iradesini koruyanlar kazanıyor.

“Salam taktiği” olarak da bilinen, her seferinde ince bir dilimlik kazanımla ilerleme taktiği bazen işler ve işe de yarar ama büyük stratejinin bir parçası değilse uzun ince yolda yorucudur. Türkiye’nin AB ile ilişkilerde kısa vadeli taktiksel yaklaşımların ötesine geçen bir ufka ve müzakere stratejisine ihtiyacı var.

2005’ten bu yana

AB ile uzun süredir müzakere masasında oturan Türkiye için kaçınılmaz olan soru: uluslararası müzakerelerin değişen etkenleri dikkate alındığında, başarı için Brüksel ile ilişkiler nasıl yönetilmeli?

2005’teki başlangıcından bu yana özensiz ve partizanca yönetilen Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerine uluslararası müzakere teorileri üzerine yapılan çalışmaların temel önermeleri uygulanabilir. Bu önermeler ışığında AB ile müzakerelerde yöntem olarak da yeniden yola çıkılmalı; tabii haritası belli bir yol olmalı bu.

Uluslararası ilişkilerde müzakerelerin hazırlık aşaması her iki tarafın kapasitelerini, güçlü ve zayıf yanlarını ayrıntılı bir şekilde analiz etmeyi gerektirir. Türkiye 2004-2005 yılı hazırlık döneminde AB’deki güç dengelerini ve oyunun kurallarını gerektiği gibi değerlendirmedi.

AB tarafı ise, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal dönüşümlerini kavramak için yüzeysel analizlerin doğruluğunu kabul etmekle yetindi. Müzakerelerde iki tarafın birbirini test ettiği aşamadaki eksiklerini Türkiye önce kendi açışından tamamlamalı.

AB’yi de bilgi yoğun, Avrupalı, ülkenin çoğulcu yapısını gözden kaçırmayan analizler yönünde teşvik etmeli.

Euro, İngiltere, Rusya ve Suriye gibi kriz dosyaları ve dijital ekonomi, ABD ile Transatlantik Ortaklık (TTIP) ve İran ile olağanlaşma gibi atılım alanları Türkiye’nin AB ile müzakere konumunu da doğrudan etkiliyor, değiştiriyor.

İkinci aşama tarafların kendilerine müzakereler boyunca edinecekleri bir kimlik ve taraf belirlemesidir. Bu aşama imaj yönetimi ve siyasal iletişim stratejileri içerir. Bu da kimlik ve taktiksel hareketlerin uyumlu hale getirilmesiyle olur.

Yıllar içinde uzmanlık eksikliği ile yapılan hatalar kötü yönetim ile birleşti.

Sonuçta mevcut önyargı ve algı bozuklukları daha kalıcı hale geldi. Türkiye’nin kendisini yeniden markalaması, yumuşak gücünü tanımlaması gerekiyor.

Avrupa Birliği ve üye ülkeler seviyesinde özelleştirilmiş siyasi iletişim kampanyaları elzem.

Örneğin, Türkiye kendisini bölgesel bir güç olarak tanımlıyorsa, AB üyesi olması durumunda, kendisinin de paydaş olacağı Avrupa’nın ortak çıkarlarına katkı yapacak Avrupalı bir dış politika çizgisi benimsemeli.

Masanın diğer tarafındaki AB ise, uluslararası toplumlar tarafından tutarlı bir siyasi güç olarak kabul edilmek istiyorsa, Türkiye ile müzakerelerde çok kültürlülük ve hukukun üstünlüğü gibi değerler temelinde hareket edecek Avrupalı refleksleri geliştirmeli.

Üçüncü evre etkileşim ve çıkarların çakışmasını sağlayan bilgi alışverişidir. Bu aşamada, Türkiye AB üyeliğinin kurumsal gündeminin ötesine geçmeli. Ortak paydayı işaret eden yaklaşıma dönmeli.

İklim değişikliği, AB'nin 2020 Stratejisi, yenilenebilir enerji, dijital gündem, Avrupa’nın kurumsal geleceği gibi konular sadece AB'nin içişleri değildir, çünkü AB’ye üyelik süreci son kertede aday ülkenin toplumunu ve siyasi sistemini etkiler.

AB’nin genişlemesi ancak her iki tarafın da makul bir yarar sağladığını kabul etmesiyle gerçekleşir. Bu sorunun somutlaşması için önkoşullar çoğunlukla aday ülkenin AB müktesebatına uyum derecesine bağlı.

Orada da kazan-kazan formülü işler. Bütçe ve kurumsal konular dışında, her bir müzakere faslının kapanışı aday ülkenin AB ile düzenlemeler, politikalar ve idari kapasite bakımından aynı seviyeye gelmesini sağlar.

Bu sadece aday ülkenin ekonomik ve toplumsal yaşamı için iyi değildir. Aynı zamanda AB’ye de daha geniş bir hukuk alanı, daha geniş bir ekonomi, daha iyi düzenlenmiş güvenlik politikaları ve Çin, Rusya gibi ülkeler karşısında daha iyi rekabet gücü sağlar.

AB ile ilişkilerinde uzun yol inceldiği yerden kopmadan Türkiye kaybettiği “kazan kazan” formülünü yeniden kurmalı.

Özgüvenle, vizyonla, yurtseverlikle.

Önceki ve Sonraki Yazılar