Abdi Ağa'yı vurdu ve gitti

Tarih; 22 Aralık 1976… Yer, Atatürk Havalimanı TRT Haber Bürosu… Türk Haberlar Ajansı muhabiriyim… Akşama doğru saatler… Büyük bir sevinçle kapıdan içeri girdim… TRT Muhabiri merhum Fuat Tüzün’e, “Nasılmış ha? Biz adamı böyle yaparız işte!” dedim… Fuat Ağabey, tek kelime edemeden, yandaki misafir koltuğunda oturan adam girdi araya ve “Gerçekten bu lazlar fena yendiler bizi” deyip, galiz bir küfür savurdu…
Müthiş rahatsız olmuş, bozulmuştum doğrusu. Kim olduğuna hiç bakmadım. Muhatabım değildi. Benim sözüm, Fuat Ağabey’e idi… Çünkü o Fenerbahçeli ben de Trabzonsporluydum… Ve Trabzon’daki maçta 3-0 galip gelmiştik…

Fuat Ağabey’e bakarak; misafir koltuğunda oturan adamın ağzının payını vermeye başlamıştım ki Fuat Ağabey, “Dur bir dakika, sen Yaşar Kemal’i tanımıyor musun?” dedi…

O ana kadar hiç bakmadığım adama döndüm… Koltukta oturan kişi Yaşar Kemal’in ta kendisiydi… Benim edebi dünyamda müstahkem mevkiye sahip o büyük romancı, Safiyenin Topal Mehmet’e Abdi ağayı vurduran adam karşımda duruyordu… Ve ben, biraz önce olmadık yakışıksız sözler etmek üzereydim bu insana… Nasıl üzüldüm, nasıl pişman oldum…
Tabi derhal özür diledim kendisinden ama “Sen de Fenebahçeli olmak zorunda mıydın be Abi?” demeden de geçemedim…

***

Türk Edebiyatı’nın çınarı Yaşar Kemal ile böyle tanıştık… Üzerinden, 39 yıl geçti ve Yaşar Abi, aramızdan ayrıldı. Uzun yıllar aynı yerde oturduk… O, Basınköy’de ben de hemen karşı tarafındaki Cennet Mahallesi’nde… Eski püskü, külüstür “kırmızı tosbağa” bir arabam vardı… Çağaloğlu, daha doğrusu Bab-ı Ali’ye güzergahında, bazen sabaları alırdım Yaşar Abi’yi bazen de akşamları birlikte dönerdik eve…
Hayranı olduğum bir yazar ile dost olmanın müthiş bir hazzını yaşıyordum… Edebiyattan, romandan söz ederken bazen takılırdım kendisine… Oldum olası, Ernest Hamingway’a büyük bir hayranlığım vardı. Hayranlığım; Hamingway’in hem bir gazeteci hem de yaşadıklarını yazmış olmasından kaynaklanıyordu…
Ve bir gün Yaşar Kemal, kendisinin de Hamingway’den etkilendiğini söylediğinde hemen taşı gediğine koydum;  dedim ki; “İyi ama Abi, sen bir anlamda daha çok hayallerini yazmıyor musun? Üstelik bunu olağanüstü güzellikte yapan bir başka yazar tanımadım ben!”

Ne kadar durumu kurtarmaya çalışsam da kızdığını anladım. Ne demek “hayallerini yazmak” Bana da söyleseler kızarım. Ancak haksız olmadığıma da eminim… Ve devam etim;

“Yaşar Abi! Allah aşkına ne hakkın vardı; İnce Memed’in birinci cildinde, Mehmet Abdi Ağayı vurdu ve atına atlayıp gitti… 2. cildde sen o’nu geri getirdin… Ardından yetmedi, Güneş Gazetesi’nde 3 ve 4. Ciltleri tefrika olarak yayınladın. Yani bir okuyucu olarak beni allak bullak ettin. Bir bütün hayallerimi iğfal etmedin mi?”

Buna çok güldü ama bana da hak verdi… Ancak, gerçekten haklı olduğum için mi yoksa gönlümü almak için mi öyle söylemişti hala anlayabilmiş değilim. Bir tespit yapmak gerekirse, Yaşar Kemal’in, Teneke, Demirciler Çarşısı Cinayeti ve İnce Memed’in birinci cildi dışındaki eserleri yaşanmış gerçeklerden yola çıkan olayları anlatmaz. Ama olsun! Sayfalar dolusu muhteşem tasvirleri, betimlemeleri, imgelemelerine hayranım…
Yaşar Kemal’i yakından tanıdığım için kendimi ayrıcalıklı ve şanslı sayıyorum. Ne mutlu bana ve aynı şekilde diğer dostlarına. Ama o’nun en büyük dayanağı ve varlığı okuyucuları oldu. Onlarca kitabı onlarca dile çevrildi. Dünya literatürünün en önemli isimleri arasına girdi. Varsın Nobel ödülünü vermesinler… Bu coğrafyada bu topraklarda aldığı “gönül ödülleri” O’na yeter. Işıklar içerisinde uyu Yaşar Abi! Senin yaşadığın ölüm (ölüm nasıl yaşanabiliyorsa) herkese nasip olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar