'Vurmayın, Öldüm'

Ali  İsmail  Korkmaz!

Arkadaşları, yoldaşları, adını slogan yapmışlar, öyle yürüyorlar. Önüne arkasına başka bir sözcük getirmeksizin, “ölümsüzdür” ya da “yaşıyor” demeksizin sadece adını haykırıyorlar. Demek ki “başka bir şey söylemeye gerek yok”, demek ki “sadece adını haykırmak yeterli” diye düşünüyorlar. Haklılar, öfke için yeterli bu, hüzün için yeterli.

Ali İsmail kim peki? Ali İsmail 19 yaşında, gencecik, dünyalar güzeli bir delikanlı, üniversite öğrencisi. Ali bir direnişçi, almış yüreğini yanına, Haziran’la birlikte çıkmış sokağa.

“Birileri Hızır Paşa olmayı seçmişse bu ülkede, birileri de Pir Sultan olmayı seçer” diyenlerden Ali, “açılın kapılar Şah’a gidelim” diyenlerden. Şah’a gitmek isteyenlerden, yani Ali’ye, yani İsmail’e.

Ali İsmail, 2 Haziran akşamı ülkenin her yanındaki milyonlarca insan gibi, Eskişehir’de sokağa çıkmıştı. Yine milyonlarca insan gibi polis saldırısına uğradı, o kargaşada yanındaki arkadaşlarını kaybetti, evine gitmek için girdiği ara sokaklardan birinde, ellerinde beyzbol sopası, odun ve cop olan sivil giyimli bir grubun arasına düştü.

Ali’yi fena dövdüler, odunla, sopayla, copla, bayıltana kadar dövdüler, dövdükten sonra “iyi stres attık” dediler. Ali’yi insanlıktan çıkarak, insanlığı utandırarak dövdüler, öldüresiye… Bir tanığın ifadesine göre Ali “vurmayın, öldüm” diyebildi sadece.

Ali kendine gelince oradan uzaklaştı, yarım saat sonra bir arkadaşı tramvay durağında buldu onu. Bilinci yerinde değildi, sadece dövüldüğünü hatırlıyordu.

Arkadaşları ambulansla Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne götürdüler Ali’yi. Tomografisini Hasan Gülcü isimli bir doktor çekti Ali’nin, bir şeyi olmadığını, birkaç güne iyileşeceğini söyleyip bir kas gevşetici yazıp gönderdi.

Sabah 7.30’a kadar doktorun gelmesini bekledikleri ortopedi servisinde ise “adli vakadır” diye Ali’ye bakmadılar, “polise ifade verin, sonra gelin” dediler, onlar da hastaneden ayrılıp eve döndüler.

Ali aynı akşam karakola gidip ifade verdi, ifadesinde şöyle diyordu:

“Dün konuşma zorluğu yaşamıyordum. Ama bugün hatırlama zorluğu çekiyorum. Bir dişim sallanıyor. Başım ağrıyor. Bana kimlerin neden vurduğunu bilmiyorum, sivil kıyafetliydiler. Şikâyetçiyim…”

Ali o gece komaya girdi, günlerce komada kaldı, yaşamak için tam otuz sekiz gün boyunca direndi ama olmadı, Ali öldü, Ali’yi öldürdüler.

Tıpkı Ethem, Mehmet, Abdullah ve Medeni gibi, Ali de “devlet dersi”nde öldürülenlerden oldu, bütün devlet dersinde öldürülenler gibi hemen yalanlar devreye sokuldu, deliller karartıldı.

Devletin valisi “arkadaşları öldürüp devletin üzerine atmış olabilirler” minvalinde bir cümle kurabildi, polise sağlam teslim edilen kamera kayıtlarının Ali’nin dövülüşünü gösteren kısımlarının hasarlı olduğu söylendi.

Direniş boyunca eylemciler kimseyi öldürmedi, bir tane gasp, hırsızlık, tecavüz, taciz vakası görülmedi. Oysa devlet gencecik insanları öldürmeyi tercih etti. Askeri, polisi, jandarması yetmedi, sokağa eli sopalı katilleri sürdü. Yetinmedi, cinayetlerin üzerini örttü, sorumluları, failleri korudu. Yani, hayatları yaşanmaya değer bulunmadığından olsa gerek, çocukların öldürülmeleri cinayetten sayılmadı.

Turgut Uyar’ın şu dizeleriyle uğurlayalım Ali’yi ve diğer çocuklarımızı, bir gün hesaplarının sorulacağını bilerek:

“Ve bizim bir haziranımız/ Bir yıl kadar yetecektir dünyaya/ Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış/ Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız/ Hayâsız pençelerini korkuyla gizleyen/ Bir olgu olmayacaktır sana/ Ölülerimiz toplanacaktır/ Doldurulan bir kıyı gibi.”

Önceki ve Sonraki Yazılar