'Şantiyede patron, sokakta polis'

İster Gazze’de olsun ister İstanbul’un göbeğinde, garibanlar, yoksullar, ezilenler öldüğünde, en fazla birer sayı, birer istatistiki veri olurlar; kimse bilmez ne adlarını ne hikâyelerini.

Cumartesi gecesi, yeni Türkiye adlı devasa şantiyenin piramitlerini kölelik koşullarında ve kölelik ücretleriyle inşa eden işçilerden 10’u daha ölüm istatistiklerine eklenmiş oldu, birkaç gün içerisinde unutulmak ve yeni bir cinayete kadar hatırlanmamak üzere.

Oysa onların birer adı var, çalınan hayatları, sona erdirilen öyküleri var. Tahir Kara, Cengiz Tatoğlu, Vahdet Biçer, Bilal Bal, Murat Usta, Cengiz Bilgi, Hıdır Genç, İsmail Sarıtaş, Menderes Meşe, Ferdi Kara, birer sayı değiller, birer istatistiki veri değiller, yeni Türkiye’nin ölü bedenleri üzerinde yükseldiği yoksullar, işçiler.

Kölelik ücretiyle çalıştıkları, toplama kampı misali yerlerde yatıp kalktıkları rezidans inşaatında, içinde bulundukları asansör otuz üçüncü kattan yere çakıldı ve öldüler.

Haydi, bir soru sorun kendinize: Bir asansörün otuz üçüncü kattan yere çakılması kaç saniye sürer, diyelim ki otuz üç saniye, insan o otuz üç saniyede ne düşünür?

Diyelim ki Hıdır Ali Genç, Tunceli Üniversitesi öğrencisi, daha beş gün olmuş inşaatta çalışmaya başlayalı, okuyabilmek için çalışmak zorunda, o an ne düşündü, ne geçirdi aklından en son? Okulunu mu, sevdiği kızı mı, annesini mi?

25 yaşındaki Tahir’le 19 yaşındaki Ferdi, babaları ve ağabeyleri ile birlikte Gümüşhane’den gelmişler İstanbul’a. Aynı inşaatta çalışıyorlar. Ferdi ve Tahir ise yoklar artık.

Haydi, bir soru daha soralım kendimize: Baba Mithat ve ağabey Murat, inşaatlarda çalışmayacaklar mı bir daha? Soma’da sağ kalan işçiler nasıl dönmek zorundaysa madene, işçiler de “başka çaremiz yok” diyerek dönmeyecekler mi inşaata?

Hayatlarından, hikâyelerinden, varlıklarından haberdar olmadığımız, yanlarından geçip gittiğimiz insanlar “iş kazası” adı altında beşer, onar ölüyorlar her gün.

Oysa ortada kaza yok, cinayet var, toplu katliam var.

İnşaat üzerine kurulmuş ve taşeronlaştırmaya dayalı bir ekonomik büyüme modelinde, patronun maliyetleri minimumda tutabilmesi için sadece düşük maaş yetmez, iş güvenliğine de, işçi sağlığına da para harcanmaması gerekir.

Devlet de patronun maliyetleri artmasın diye doğru düzgün denetim yapmaz, en fazla gülünç miktarlarda para cezası kesmekle yetinir, piramitler kentin üzerinde yükselmeye devam ederler.

Örnek mi? On işçiye mezar olan Torunlar Holding’e ait inşaatta bundan beş ay önce de 19 yaşındaki taşeron işçisi Erdoğan Polat yaşamını yitirmişti.

Radikal’den İsmail Saymaz’ın haberine göre, devlet iş müfettişlerini inceleme yapmaları için inşaata gönderdi ve müfettişler hazırladıkları raporda Polat’ın mesleki eğitiminin olmadığını, ayrıca emniyet kemerini bağlayabileceği dikey yaşama hattının bulunmadığını belirttiler.

Sonuç mu? Şirkete 5600 lira, evet sadece 5600 lira para cezası kesildi ve piramit yükselmeye devam etti, bu sefer ise bir değil on işçi birden öldü.

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da Ethem Sarısülük’ün karar duruşmasında İnşaat İşçileri Sendikası adliyenin önüne şöyle bir pankart asmıştı: “Şantiyede Patron, Sokakta Polis Öldürüyor.”

İşçiler haklıydı; haklılardı ama Ethem’in katiline verilen 7 yıl 9 aya ve işçi katillerine verilen 5600 lira para cezasına bakıldığında görülüyordu ki, kimilerinin öldürülmesi cinayetten sayılmıyor, onları öldürünce katil olunmuyordu.

Gencecik bedenlere en fazla ülkenin üzerine dökülen betona harç olmak düşüyor, bu esnada piramitler yükselmeye devam ediyordu.



Önceki ve Sonraki Yazılar