'Berkin Elvan' Korkusu

Berkin’i sonsuzluğa uğurlamak için toplanan yüz binler, bir yanıt için oradaydılar aslında.
Soru, “16 kiloluk bu ağır yükü nasıl taşıyacağız, bu kocaman yüreği nereye sığdıracağız” sorusuydu.
Ve yanıt o gün İstanbul sokaklarını dolduran yüz binlere, ülkenin başka şehirlerinden yüz binlerin de katılmasıyla birlikte verildi.

Berkin, hüzünle ama en çok da artık bileylenmiş bir bıçağa benzemeye başlayan büyük bir öfkeyle birlikte güneşe gömüldü.

Berkin Haziran’ın çocuğuydu ve ölümüyle hepimize Haziran’ın henüz ölmediğini, hala Haziran momentinde yaşıyor olduğumuzu gösterdi.

Berkin’in uğurlandığı gün, Türkiye bir kez daha Haziran oldu, Gezi oldu, direniş oldu.   
Ve Berkin, varlığıyla birilerinin en büyük kâbusu olan o küçük çocuk, ölümüyle de o birilerinin kâbusu olmaya devam etti.

Demokrasiyi “sandık”tan ve aldıkları oyun çokluğundan ibaret görenler, sokaktaki yüz binleri görünce, en büyük korkularını, Haziran’ı bir kez daha hatırladılar ve harekete geçtiler.

Daha Berkin’in mezarının üzerine son kürek toprağın atılmasının üzerinden birkaç saat bile geçmemişti ki, cenaze için toplanan yüz binlere Haziran’ı aratmayacak bir şiddetle saldırıldı.

 Aynı saatlerde başta Ankara olmak üzere başka illerde de aynı manzara vardı: Devlet, hüzün ve öfkenin üzerine gazla, copla, plastik mermiyle ve tazyikli suyla gidiyordu.

Haziran’ın ve sokağın tekrar Türkiye siyasetinin belirleyicisi konumuna gelme ihtimali, bütün yatırımını içi boş bir “milli irade” söylemi üzerinden sandığa yapmış olanlar açısından kabul edilebilir değildi elbette ve işte tam da bu nedenle sokağın terörize edilmesi gerekiyordu.

Bunun için ise sadece polis şiddeti yeterli değildi. Sokaktaki insanların korkmaları ve evlerine dönmeleri için “resmi olmayan” ve dolayısıyla insanlara çok daha ürkütücü ve tehlikeli gelecek başka bir şiddet unsuruna ihtiyaç vardı.

İşte bu noktada ilk kez Haziran’da gördüğümüz palalılara benzer sivil faşistler sokağa sürüldü ve üstelik Berkin’in mahallesine doğru yönlendirildi.

Ortada çok açık bir provokasyon vardı ve bu provokasyonu düzenleyenler, birilerinin eline sopa, demir, silah verip cenaze günü Okmeydanı’na bir baskın düzenlemenin kan dökülmesiyle neticeleneceğini bal gibi biliyorlardı.

Tam da bekledikleri ve istedikleri gibi oldu, silahlar patladı ve genç bir insan öldürüldü.
Genç bir insan öldürüldü ve sanki birileri daha aynı gün Berkin’in cenazesine katılanları “ölü sevici” anlamına gelen nekrofillikle suçlamamışlar gibi, ölüm edebiyatına başladılar.

Üstelik bunu yaparken, sivillerin birbirleriyle çatışmasına yol açabilecek kışkırtıcı bir dil de kullandılar: Bir tarafta büyüyünce “terörist olacak, bu nedenle de “öldürülmeyi hak eden” bir çocuk vardı, öteki tarafta ise “teröristler tarafından şehit edilen yavrumuz.”

Okmeydanı’nda öldürülen çocuğun “ülkücü” olduğuna dair iddiaların dolaşıma sokulması, arzulananın tam da sivillerin birbiriyle çatışması olduğunu gösteriyordu. Neyse ki MHP’nin de gösterdiği sağduyulu tavırla bu oyun bozuldu, istenen olmadı.

Özetle, Berkin’in cenazesi ve sonrasında yaşananlar, söylenenler, Berkin’in minik bedeninin birileri için nasıl bir karabasana dönüştüğünün, nasıl gelip göğüslerinin tam orta yerine çöktüğünün açık bir kanıtıydı.
Berkin’in günler süren direnişi, bir ülkenin direnişinin sembolü olmuştu, gidişi ise çocuk ölülerinden dahi medet umar hale gelen bir kötülük imparatorluğunun yıkımının sembolü olacak.

Tarih kitapları, o imparatorluğu yıkan 14 yaşındaki bir çocuğu ve mezarına bırakılan bilyeleri uzun uzun yazacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar