Alçaklığın sıradanlaşması

   Balyoz, Ergenekon, Hrant Dink Cinayeti, Odatv, Karargâh, Amirallere Suikast, Danıştay Cinayeti... 2008 yılından başlayarak birbiri ardına açılan bu kapsamlı soruşturmalar Gülen Cemaati’nin o ya da bu biçimde damgasını taşıyordu. Cemaat sahip olduğu istihbarat ve operasyon gücünü askerlerden, gazetecilere kadar yüzlerce muhalif için seferber etti.
   Düzmece deliller hazırlandı, bu deliller bilgisayarlara, evlere, bürolara yerleştirildi.
   Sabaha karşı kapıya dayanan polisler, kendi hazırladıkları bu ‘düzmece delilleri’ elleriyle koymuş gibi buldular.
   Bazen bir avukat ofisinde, bazen askeri birliklerin en mahrem bölümlerinde.
   Elbette AKP’nin, AKP’li politikacıların başta Tayyip Erdoğan olmak üzere bizzat bilgi, onay ve desteğiyle.
   Kamuoyunu hazırlayan koca bir medyayı da unutmamak lazım. Bavulla belge taşıyan, telefonla helikopter düşüren gazeteciler. Düzmece delillerle ‘demokrasi savaşı’ veren iktidara güzellemeler yapan, hep sanki bilinenlerin ötesinde bir şeyler varmış da henüz söylenemiyormuş gibi konuşan yazarlar, akademisyenler.
   Ülkenin fikir hayatı alçaklığın saat başı ihale edildiği sürekli müzayedeye dönüştü.
   AKP’nin Cemaat’le giriştiği ölümcül savaş çarşıyı bir süreliğine karıştırsa da, ucuzluk, rezillik, kalleşlik çizgisi bir su gibi yatağını buldu.
   Alçaklıkta evrensel bir tarihe adını yazdıracak olanlar, köşe yazarlığından televizyon yorumculuğuna, milletvekilliğinden saray danışmanlığına kadar geniş bir yelpazede ödüllerden ödül beğeniyorlar.
   Gülen Cemaatine açılan savaşın ilk sonucu, komplolarla tutuklanan, cezaevine gönderilen yüzlerce ismin önce Anayasa Mahkemesi’nin uzun tutukluluğa ilişkin kararlarıyla, sonra değiştirilen hâkim ve savcıların beraat kararlarıyla aklanmaları oldu.
   Ardından ‘kumpas’ soruşturmaları başladı.
   Beraat eden askerler birer ikişer tazminat davaları açıyorlar. Sadece bu davada devletin haksız tutuklamalar ve maddi, manevi zararlar nedeniyle ödeyeceği tazminat miktarı 300 milyon liraya ulaşıyor.
   Fakat hiç kimse de “Ne olacak bu kumpası yapanlar?” diye sormuyor. Asıl failler bu ‘isteksizlik’ ortamında birer ikişer sırra kadem basıyor.
   Balyoz'da davayı beraatla sonuçlandıran Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ve Genelkurmay Başkanlığı’nın 2013'te 17/25 Aralık soruşturmalarının hemen ardından yaptığı suç duyuruları hâlâ soruşturuluyor.
   Benzer biçimde Hrant Dink cinayetindeki kumpasın soruşturulması anlamına gelen ‘kamu görevlileri soruşturması’ bir davaya dönüştü.
   Fakat o kadar. Bakmayın siz hükümetin "paralelle mücadele" palavrasına.
   Balyoz'da ve Hrant Dink'te "kumpası" soruşturan, her iki dosyada da önemli aşamalar kaydeden savcı Gökalp Kökçü iki ay önce görevden alındı. Kökçü, görevden alınmadan birkaç ay önce Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından basına bilgi vermek suçlamasıyla soruşturuluyordu.
   Bu kritik davadaki savcının yerine tam 68 gündür yeni bir atama yok.
   Neden?
   Acaba Cemaatin düzenlediği komplolarda AKP'li politikacıların suç ortağı olması bu soruşturmaları da gölgeliyor mu?
   Savcıların bir noktadan sonra AKP'li politikacılara ve AKP yanında saf tutan bürokratlara uzanması rahatsızlık mı yaratıyor?
   Adalet bir süredir kör, sağır ve dilsizdi. Şimdi bunun da ötesine mi geçti?
   Bakın Ensar Vakfı’na. Tam 45 çocuğa yapılanları nasıl da örtbas etmeye çalışıyorlar. Ve bu örtbas işinde de ‘yayın yasağı’ ile savcılık boy gösteriyor. Hukuk, çocukları değil o çocuklara tasallut edenleri koruyor.
    Alçaklık, yukarıdan aşağıya, topluma doğru yayılıyor.
    Ve giderek sıradanlaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar