'Amerika'yı aslında sen yönetmiyorsun abi...'

Dünyanın en güçlü mizah üreticilerinden biri olan ülkemizde, mizahcılarımızın bilgeliği o kadar yüksek mertebededir ki, özellikle siyasi konularda, değme siyaset bilimci, siyasetçi, onların ellerine su dökemez.

Bunlardan, maalesef ismini bilemediğim, birisinin bu hafta elime geçen karikatürü, Amerika’nın tabiatı konusunda nice aydınımızda mevcut bir cehaleti, makaraya almıştı.
Karede, bir Beyoğlu meyhane masası etrafında 2 kişi var. Bir tanesi Obama, diğeri buram buram entellik kokan birisi. Önlerinde bira kupaları. Entel konuşuyor:
“Amerika’yı aslında sen yönetmiyorsun abi… Çok büyük bazı aileler var. Onlar yönetiyor…” Obama’nın surat endişe içinde, soruyor: “V… Vallaha mı? Kimler mesela?” Entel cevaplıyor: “Rothschildler var mesela… Rockerfelırlar var. En büyükleri bunlar… Savaşları filan da hep bunlar çıkarıyorlar işte… Çünkü petrol için…” (İmla hataları original metinden.) Obama sözü alıyor: “Vay anasını! İyi ki gelmişim Nevizade’ye!... Başka!”

Amerika’yla ilgili buna benzer görüşlere sadece entel berduşlar sahip olsa, gülümseyip geçerdik. Fakat, aynı çocuksu zihniyete sahip olanlar arasında, ünlü siyasetçiler, generaller, siyasal bilgiler profesörleri bile var.

Esasen dünyanın en güçlü ülkesini bilmezlik, sadece Türkiye’ye özgü bir hastalık değildir. Herhangi bir Avrupa veya Rus ‘aydını’ndan da aynı şeyleri işitebilirsiniz.

ABD ve silah endüstrisi

Karikatürde dalga geçilen konu, “Dünyayı Yahudiler yönetiyor!” mitinin, ya da anti-semitik yalanının Amerika’ya uygulanması, aşırı bir örnek.

“Amerika’yı kim yönetiyor?” sorusuna verilen en yaygın cevap ise şudur: “Silah Endüstirisi!”

Bu cevap doğru olsa, bu dünyanın en güçlü silahlı endüstrisinin, dünyanın her tarafında var olan binbir savaşın bütün taraflarına, aklına estiği gibi silah satabilmesi gerekirdi. Oysa, mesela, “Defense Security Cooperation Agency” adlı Savunma Bakanlığı sitesine girildiğinde hemen görülebileceği gibi, herhangi bir ülkeye silah satışı, ki bunlar asla hasmane ilişkiler içinde olunmayan devletlerdir, önce Savunma Bakanlığı daha sonra  Meclis onayından geçmek zorundadır.

Bu gerçeğe karşı, masal-meraklısı bir aydın şu cevabı verebilir: “Savunma Bakanlığı da, Meclis üyeleri de, esasen silah endüstrisinin maaşlı adamlarıdır!”. Buna karşı, “Fakat, Amerika’da silah endüstrisinin mali gücünü defalarca cebinden çıkaracak bilgisayar teknolojisi, barışcı endüstriyel girişimler hep var olmuştur. Hele şimdi, bir tek Microsoft veya Facebook veya Google bile onların mali gücünü kat kat aşar. Niye bunlar Amerika’yı yönetiyor demiyorsunuz?” diyebilirsiniz.

Hakikat odur ki, mükemmel olmasa da, dünyanın en eski ve en etkin modern demokrasine sahip olan Amerika’yı, demokratik süreçlerle seçilen Başkan’lar, Başkan’dan olabildiğince bağımsız Temsilciler ve Senatörler, Başkan’dan ve Halk Temsilcilerinden olabildiğince bağımsız Yargıçlar yönetmektedir.

Bütün bu yönetim süreci de seçimlere dayandığından, Amerika’yı Amerikan Halkı yönetmektedir demeliyiz. Herhangi bir dönemde, sıradan Amerikan Halkı ne kadar bilgili, bilinçli veya bilgisiz, bilinçsiz ise, seçtikleri insanlar da, o ölçüde isabetli veya isabetsiz işler yaparlar.     

Ancak, sıradan Amerikan Halkı’nın, dünyada başka benzeri olmayan, bir büyük avantajı vardır: 220 yıldan fazladır, siyasi yönetimi özgürce eleştirebilmişlerdir; bu süre boyunca, aksaksız olarak, içinde bulundukları –savaş dahil- en ağır şartlarda dahi, hiç bir seçimleri aksamamıştır; hiç bir erken seçim veya görev süresi uzatılmış Başkan veya Meclis görmemişlerdir. Böylesine özgür bir ortamda, siyasi istikrarla yaşayan insanların, dünyanın en güçlü ülkesini yaratmalarına şaşırmamak lazımdır. 

Silah Endüstrisi, Amerikan Siyasetini etkilemeye çalışmamış mıdır, çalışmamakta mıdır? Elbette çalışmıştır, çalışacaktır. Fakat ondan daha büyük bir güçle, iletişim endüstrisi de Amerikan siyasetini etkilemeye çalışmaktadır. Hatta, inekçiliğin beşiği Hollanda, Almanya, İsviçre gibi ülkelere, icat ettikleri İnek Büyütme Hormonu’nu veya süt ineklerini satmaya çalışan Amerikan şirketleri de Amerikan siyasetini etkilemeye çalışmaktadır.

Özetle, 1 birim Amerikan endüstrisi savaş halinde olmaktan çıkar sağlamaktaysa, 1000 birim Amerikan şirketi barış halinde olmaktan çıkar sağlar.

Laf anlatmak zor

Kanaatlerini, olguları incelemek yerine batıl seviyesinde sapkın inançlara saplanarak oluşturanlara ve bu tavırda ısrar edenlere, laf anlatmak zordur.

Fakat, Silah Endüstrisi ve Amerikan Siyaseti ilişkisi konusunda, bilimsel bilgi oluşturmak üzere düşünenler için, aşağıdaki tarihi bilgi yararlı olacaktır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’daki Müttefik Orduları Komutanı, 5 Yıldızlı General Eisenhover, savaş bittikten 8 yıl sonra, 1953’de Başkan seçilmiş ve 2 dönem görevde kalmıştı.

Başkanlığı sırasında, Amerika’nın bir kaç önemli dış politika hatası yapılmıştı. Mesela, İran’da ve Guatemala’da demokratik rejimler askeri darbeyle devrilmiş; Nükleer Tehdit bir siyaset aracı olarak kullanılmış; komünizmin yayılmasını önlemek için “Domino Teorisi” ortaya atılarak sonradan Viet Nam çılgınlığına yol verilmişti.

Şimdi, bu derecede, meslekten gelme bir silahşörün, silah siyasetini kullanmış olan bir Başkan’ın, Silah Endüstrisi’nin adamı olmasını, Silah Endüstrisi’nin çıkarlarını savunmasını beklersiniz. Değil mi?

Eisenhover’ın başkanlığının bitiminde, 1961’de, “Millete Veda Nutku”ndan çevirdiğim şu satırları okuyalım:

Risk ve teşebbüs

“Askeri teşkilatımız, barışı muhafaza etmek için hayati bir unsurdur. Silahlarımız güçlü ve çabuk tepki vermeğe hazır olmalıdır  ki, hiç bir potansiyel saldırgan, kendi tahribatına yol açacak bir riske girmeğe teşebbüs edemesin...

“Büyük bir askeri teşkilat ve geniş bir silah sanayiinin bu şekilde yan-yana ortaya çıkması, Amerikan deneyiminde yeni bir oluşumdur. Bu durumun, ekonomik, siyasi, hatta manevi, genel etkisi, her şehirde, her eyalet meclisinde, her federal hükümet dairesinde hissedilmektedir. Bu oluşumu gerekli kılmış olan şartların farkındayız. Ancak, bu durumun sebep olabileceği ağır sonuçları anlamakta yetersiz kalmamalıyız. Emeklerimizin, kaynaklarımızın, edinimlerimizin hepsi, yani toplumumuzun temel yapısı, bu durumdan etkilenmektedir. Askeri-endüstriyel kombinasyona, -ister kendilerince talep edilen, isterse kendilerince talep edilmeden  verilecek- gereksiz bir nüfuz ve imtiyazın sağlanmasına karşı, Devlet organlarımızda, uyanık olmalıyız. Yanlış yerde oluşmuş bir güç ve iktidarın birikmesinin felaketli bir şekilde yükselmesi tehlikesi, potansiyel olarak mevcuttur ve mevcut olmaya devam edecektir. Bu kombinasyonun ağırlığının, özgürlüklerimizi ve demokratik süreçlerimizi tehlikeye sokmasına asla izin verilmemelidir. Sahip olduğumuz hiç bir şeyi, sanki biz ne yaparsak yapalım, hiç kaybolmayacak zannetmemeliyiz.  Sadece uyanık ve bilgili bir yurttaşlar kitlesi, güvenlik ve özgürlüklerimizi aynı anda geliştirmek maksadıyla, bu devasa büyük endüstriyel ve askeri mekanizma ile barışcıl uğraşlarımızı, yöntemlerimizi uygun bir dengede bağdaştırarak bir arada tutabilir.”

Sivil toplum örgütleri

Özetle, hemen bütün hayatı silahlı bir dünyada geçmiş eski-asker bir Başkan dahi, Silah Endüstrisi’nin adamı olmadığını belli ediyor, halk tarafından seçilmiş bir insan olmasının sorumluluğu içinde, Askeri-Endüstriyel kombinasyonun gereksiz bir ağırlığa kavuşmasının özgürlükler ve demokrasiye tehdit olacağı konusunda, gelecek Amerikan nesillerini uyarıyor.

Böyle bir ortamda, tabiatı itibariyle savaş düşmanı olan diğer Amerikan endüstri dalları, sivil toplum örgütleri, meydanı Silah Endüstrisine neden bıraksın?

Amerika’nın karmaşık görünen siyasi sistemi ardında yatan basit bir anlayış vardır: Başta basın özgürlüğü olmak üzere, özgürlükler mutlaktır. Özgürce tartışan insanlar, bilgisizlikten, hatalı düşünceden kaynaklanan yanlışlar yapabilirler. Fakat, özgür kaldıkları sürece, hatadan dönmesini bilirler. Onun için, seçtikleri bir yönetim onları, sahip oldukları yanlış doktrinlerle, Viet Nam’da veya Ortadoğu’da batağa sokabilir; fakat özgür basın sayesinde uyanan halk, şiddetli protestolarıyla,  savaşı sona erdirme vaadiyle seçilen temsilcileriyle, kendi hatasına, yine kendi son verir.

Amerika’nın güç kaynağı


1831 tarihinde, yani Komünist Manifesto yayınlanmadan 17 yıl önce, Alexis de Tocqueville isimli Fransız aristokratı, Fransız Hükümeti tarafından, Amerika’daki Hapishane Sistemini incelemek üzere gönderilir.

Tocqueville, Amerika’da, özgürlüklerin genişliğini, demokratik kurumlarının köklülüğünü, hatta kadınlarının Avrupa kadınlarına nazaran ne kadar daha saygın bir konumda olduğunu gözlemleyerek, şaşkınlık ve hayranlık içinde “Amerika’daki Demokrasi Üzerine” isimli bir kitap yazar. Bu kitap, o günden bu güne bir siyasal bilgiler klasiği olarak okunmaktadır.

Bazı aydınların, Tocqueville’den 180 yıl sonra, Amerikan gücünün kaynağını, hala masallarda araması utanç vericidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar