Ankara'nın minik kuşları

Medyaya baktığınız zaman, Ankara’dan gelen haberler “atonal senfoni” kıvamında. Yani birbiriyle uyumlu değil. Hatta neredeyse “zıt”. Dahası, bütün olarak dinlediğinizde kulak tırmalayacak kadar karmaşık.

Bu kakafonide doğru “sesi” seçebilmek hiç kolay değil. Dolayısıyla muhtemelen benim yazacaklarım da bilgi kargaşasını artırmaktan başka işe yaramayacaktır.
Ayrıca, meslek tecrübeleri de öğretmiştir ki, koalisyon kurulmadan ya da bakanlar kurulu açıklanmadan haftalar önce dilediğiniz kadar “uçabilirsiniz”. Ancak, hemen arifesinde uçmaya kalkar, bir de üstüne yanılırsanız, fena halde çakılırsınız.

Buna rağmen, okuduklarımdan.. Ankara’daki kuşlardan duyduklarımdan.. Satır aralarından hareketle ben de tahminde bulunacağım. Ama UMARIM TUTMAZ diyerek.
Zira, tahminler –görünürde olmasa da kulislerde- AKP-CHP koalisyonu yönünde. Hatta hangi kritik / icracı bakanlığın hangi partide olacağının bile konuşulmaya başlandığı söyleniyor.
Ben minik kuşların yalancısıyım. Şöyle diyorlar:

***

AKP-CHP Koalisyonu için başta ABD olmak üzere dışarıdan ve başta iş dünyası olmak üzere içeriden çok büyük baskı var.

TÜSİAD Heyeti’nin “buzlar eridi” diyerek gayet memnun biçimde Ankara’dan ayrılması, sadece iktidarla uzlaştıkları anlamına gelmiyor. Aynı zamanda, AKP’nin / Davutoğlu’nun (muhtemelen AKP ile CHP arasında) bir koalisyon için “esneyebileceğini” gördüklerinin işaretini veriyor.

Hiç tesadüf değil. Şu üç isim; Davutoğlu’nun danışmanı Etyen Mahçupyan, RTE ile kanlı bıçaklı Nuray Mert ve bir dönem RTE’nin en yakınındaki isimlerden Nagehan Alçı.. Üçü birden “EN MAKULU / İYİSİ AKP-CHP KOALİSYONU” dedi.
Bu üçlünün ve “YETMEZ AMA EVET CEPHESİ”nin çözüm süreci hakkındaki hassasiyeti biliniyor. Nitekim, BÜYÜK KOALİSYON için bastıranlar da “çözüm süreci ancak böyle devam edip tamamına erebilir” diyor. Yanı sıra, ABD’nin de artık istediği “Esad ile yumuşama” sürecinin de ancak CHP ile mümkün olduğu söyleniyor.
Ekleyelim: Böyle bir koalisyonda Kemal Derviş “dışarıdan” ya da “görünmez” bakan olacağı için, ekonominin düze çıkacağı da umut ediliyor. Elbette öncelikle büyük sermaye açısından!
Gerekçeler böyle. Gelelim, bu gerekçelerle oturulacak masada nelerin olacağına.. CHP’nin öncelikle ve hassasiyetle ADALET BAKANLIĞI İÇİN BASTIRACAĞI neredeyse net.

Milli Eğitim konusunda kimse emin değil. “Ciddi bir protokole bağlayarak AKP’de bırakabilirler” diyen de var.. “CHP, milli eğitimi almadan imza atmaz” diyen de..

Yukarıda söz ettiğim “Esad ile yumuşama” süreci için Dışişleri Bakanlığı’na CHP’den bir isim olacağı konuşuluyor. Eh! Ne de olsa RTE / Davutoğlu ikilisi işi çıkmaz sokağa götürdü. Çıkarmak işini de CHP’ye bırakabilir. Ya da zaten “ABİLERİ” bıraktırabilir.

Başbakanlık dönüşümlü mü olur? Yoksa CHP bakanlık sayısını artırarak Davutoğlu’nun başbakanlığına razı mı olur.. Bilen –henüz-yok. Ancak bir nokta kesin gibi: MİT aynı zamanda CHP’nin kurmay heyetine de açık olacak. Sadece başbakan (daha doğrusu RTE) eliyle faaliyet yürütmesi engellenecek. Tabii böyle bir şey gerçekte mümkünse!!

***

Ankara’nın kuşları bunları anlatırken, aklıma bir fıkra geldi. Eve yeni ve pek marifetli bir kedi alınmış. Fareler panikte. Hemen bir toplantı düzenlemişler. “Kediyi nasıl alt edebiliriz”, konuşmaya başlamışlar. Her biri bir yöntem önermiş. Ama nafile.. Akıllarına yatmamış. Derken bir fare söz almış: “Anlaşılan kediyi devre dışı bırakamayacağız. Onun için boynuna şöyle sesi kuvvetli bir çan asalım. Bari gelirken duyarız da, kaçarız..” Öneri, alkışlar arasında kabul edilmiş. Tebrikler falan.. O hengamede cılız bir ses yükselmiş. Gözleri yeni açılmış bir yavru. Soruyor: “Peki, kedinin boynuna çanı kim asacak?”
Hakikaten.. RTE’yi kim nasıl devre dışı bırakabilecek? Hadi protokolde anlaştınız diyelim.. RTE nasıl Saray sınırları içinde tutulabilecek? Eli AKP’nin içinde olduğu.. Ve Davutoğlu’nun akıbeti de O’nun elinde bulunduğu sürece.. O koalisyon nasıl yürüyebilecek?

***

Yanlış anlaşılmasın; AKP-CHP Koalisyonu kesinlikle kuruluyor demiyorum. Kurulursa aynen böyle olacak diye kehanette bulunmuyorum. AKP ile ortaklık yapılacağına sandığa gidilsin diye önermiyorum.
Ama İKİ ŞEY SÖYLÜYORUM: İYİ Kİ CHP’NİN BAŞINDA YA DA YÖNETİMİNDE DEĞİLİM. EĞER CHP’NİN BAŞINDA YA DA YÖNETİMİNDE OLSAYDIM, ÖNCELİKLE HER ADIMI ŞEFFAFLAŞTIRIRDIM. HANGİ ADIMIN NEDEN VE “NASIL” ATILDIĞINI ANLATIRDIM. DOLAYISIYLA SÜRECİ TOPLUMA MAL EDERDİM. BÖYLE “OKSİMORON”BİR OLUŞUM İÇİN YEPYENİ BİR SİYASET ÜSLUBU GELİŞTİRİR VE “SÜRECİN DEMOKRATİKLEŞMESİNİ” SAĞLARDIM.

Ey toplum! kıprışma bakiim
Grup Yorum, tam 30 yaşında. Dile kolay. Ne albümlere imza attılar, ne badireler atlattılar. Ve bugünlere geldiler. Bunu kutlamak için de beş büyük kentte konser planladılar. Adana’da ve (hele) İzmir’de olağanüstü bir kalabalığın katıldığı konserlerini izledik. Gelgelelim, Ankara ve İstanbul konserleri valilik kararıyla yasaklandı.
Gerekçe şahane:
“Konserin toplumun tepkisine yol açarak infiale yol açabileceği, kitlesel/toplumsal tepki ve provokatif eylemlere mahal verebileceği şeklinde duyumlar.”

Konser neden ve nasıl bir toplumsal tepkiye yol açabilirmiş? Örneğin Hizbüt-Tahrir bu memlekette (yasalarla yasaklanmış) “Hilafet’i isteriz” diye eylem yaparken tahrik olmayan toplum şarkılarla mı infiale kapılacakmış?
Velev ki, böyle duyumlar gelmiş.. Valilerimiz de bunları ciddiye almış.. Yapılması gereken; “infiale kapılacak” toplumsal kesimlere “dur bakayım sen orada” deyip Grup Yorum ve izleyicilerinin güvenliğini sağlamak mıdır.. Yoksa böyle “yasakladım gitti” demek mi..
Erdoğan’ın valilerini bilemem. Ama Halk TV’deki Medya Mahallesi programında “yasak” ve “yasağa boyun eğmek” yok.
Grup Yorum’dan İbrahim Gökçek, yarın programda konuğum olacak. 30 yılı, bugüne kadar karşılaştıkları engelleri dile getirecek.
Hürriyet’in (göreceli olarak) “muhafazakar” kalemlerinden Doğan Hızlan’ın bile EFSANE diye yorumladığı Grup Yorum’u anlatacak.

Daha neler öğreneceğiz kimbilir!
Seçim sonuçları.. Ve özellikle AKP’nin oy kaybetmesi üzerine Abdullah Gül yeniden tedavülde..
12 yıl boyunca danışmanlığını yapan Ahmet Sever’in kitabı da, buna ciddi katkıda bulundu doğrusu.
Daha yazının başında belirteyim, kitabı konuşmak için Ahmet Sever’i Medya Mahallesi programına davet ettim. Ama, örneğin Mirgün Cabas’a, Yavuz Oğhan’a konuştuğu halde, nedense bana gelmedi.
Gelse, özellikle şu meselenin aslını astarını soracaktım:

***

Kitapta, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın gözaltına alınması üzerine İstanbul Tarabya Köşkü’ndeki toplantı anlatılıyor. Tartışmalı toplantının sonrasında Gül, bir açıklama hazırlıyor. Telefonla Ahmet’i arayıp şöyle diyor:
“Ahmet, açıklamayı şimdi sana ulaştıracaklar. İki gazeteye verelim. Biri Zaman gazetesi olsun. Ben Ekrem Dumanlı’yı Tarabya’ya çağırıp açıklamayı kendisine elden veririm. Sen de ikinci bir gazete seç.”
Ahmet, ikinci gazete olarak Milliyet’i seçiyor.
Ve ertesi gün, Gül’ün açıklamaları, iki gazetenin manşetinde yer alıyor. Milliyet’te “Gül’ün gelişmelerden KAYGILI olduğu” vurgulanıyor. Zaman’da ise “Umarım hiçbir gazeteci mesleğini başka amaç için kullanmaz” sözleri başlıkta yer alıyor.

Aslında dikkatinizi çekmek istediğim, bu değil.
Nedim Şener’in, geçenlerde yazdığı şu TUHAF trafik:
“3 Mart 2011 Perşembe akşam üzeri Emniyet’in nezarethanesine konduk. 4 günlük gözaltı sonrası 7 Mart Pazartesi günü savcılığa çıkarılacağımızı söylediler. Ama polisler 5 Mart Cumartesi günü öğleden sonra bizi alelacele savcılığa götürdü. Sokakta gazeteciler ayaklanmış, yurtdışından tepkiler gelmişti. Telaşı bundan sandım ama neden farklıymış. Ahmet Sever’in kitabını okuyunca anlaşılıyor. Belli ki savcılık ve polisler Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından haberdar edildi. O yüzden Cumhurbaşkanı’nın sözleri gazetelerde yayınlanmadan önce 5 Mart günü bizi tutuklamak için mahkemeye koşturdular. Cumhurbaşkanının açıklaması 6 Mart günü Milliyet’te ve Zaman’da yayınlandı. Biz o saatte Metris’te koğuşumuza yerleştirilmiştik bile.”
Sahi, polislere kim fısıldadı acaba Gül’ün mesajını da, Nedim ve Ahmet apar topar Metris’e yollandı?
Ve ayrıca, Abdullah Gül, neden o kumpasların arkasında olduğunu artık sağır sultanın bile duyduğu Cemaat’in gazetesini tercih etti? Bu, neyin dengesiydi böyle?

Önceki ve Sonraki Yazılar