Behçet Oktay'ın sırrı 'İfade'sinde mi gizliydi?..

Türkiye bir “Sır cinayetler” ülkesidir. Dönemi, iktidarı fark etmez. Nasıl olsa herkes kendine göre bir “Perdeleme gerekçesi” bulur. O yüzden ben bu gibi olayların ardından “Bulacağız”, “Araştırıyoruz”, “Aydınlatacağız” gibi lafları hep gülerek izlerim. Dahası aslında bu konularda fazla bir şey yapılmayacağının “Teminatı” sayarım. (En fazla o da çoğu uyduruk belki bir “Tetikçi” o kadar!) Ne yalan, bu zat-ı muhteremler de bugüne dek beni hiç mahcup etmediler!

O yüzden bazen kendi kendime soruyorum; “Niçin bu tarz öldürmelerin üzerinde sağcı, solcu demeden bu kadar çok duruyorsun? Başka konu mu yok?” Sonra gene kendi kendime diyorum ki “Eğer bu ülkede bu cinayetler işleyenlerin yanına kâr kalıyorsa birileri de bunları deşmeli. Biz yazarlar da yazmasak hepten unutulup gidecek. Kim bilir hangi masallar anlatılıp durulacak bizlere?”

Nitekim Emniyet Özel Harekât Daire Başkanı Behçet Oktay’ın tuhaf ölümü de bunlardan biriydi. İlk anda ne palavralar sıkılmamıştı ki? “Otomobilinin kara saplanmasına kızıp girdiği bunalım sonucu intihar ettiği” şeklinde beş yaşında çocuğa bile söylenmeyecek türde sözüm ona “İzah”lardı bunlar!

Fakat geçen zaman, olaydaki maddi ve mantıki çelişkiler işin “Muhteviyatı”nın çok farklı olabileceğini gösterdi bizlere. Tabii gösterdi de ne oldu? Birileri “Aman ne kadar yanlış yapmışız. Tüh, niye bunları görmemişiz. Hemen düzeltelim” mi dediler? Ne gezer! Tam tersine duruma uygun oyalama taktikleri, örtbaslar, ayak oyunları gündeme geldi. Olay yerine bile gitmeden “Takipsizlik” kararları verilmedi mi örneğin?

Düşünün; bir ülkede emniyetin, en önemli biriminin başındaki kişi şüpheli bir şekilde ölüyor. Bütün ilişkileri, çevresi biliniyor. Devletin tüm olanakları eller altında. İstense olay 24 saatte aydınlanır, kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde çözümlenir. Fakat çözümlenmiyor.

Buradan çıkan birinci mantıki sonuç “O halde istenmiyor” olabilir ancak. İkinci mantıki sonuç ise “Bu durumda olayın iktidar içindeki ilişki ve hesaplarla bir bağlantısı var”dır. Dengeler olayı açığa çıkarmaya el vermiyor ya da daha vahimi “Herkes bir şekilde işin içinde” demektir. O yüzden 25 Şubat 2009’dan beri dişe dokunur bir gelişme yok!

Neyse, bana bunları yeniden düşündürten ise Behçet Oktay’ın ağabeyi Nezih Oktay’ın geçenlerde AYDINLIK Gazetesi’ne verdiği demeçti. Ağabey Oktay “Behçet ölmeseydi ölümünden bir gün sonra Ergenekon’dan ifadeye çağrılacaktı.” diyor ve ekliyordu; “Zir Vadisi’ne mühimmat’ı kimin gömdüğünü açıklayacaktı.”

Mecburen ve bir kez daha şu ilkeyi hatırlıyorum; bana göre “Aydınlanmamış cinayet” yoktur. “Aydınlanması istenmeyen” cinayet vardır. Suikastların yazılı olmayan “Altın kural”ıdır bu ve şimdiye kadar hep işlemiştir. Bu olay da niçin bir “İstisna” olsun ki?

Tam burada birdenbire aklıma ilginç bir paralellik geliyor. JİTEM kurucularından Binbaşı Cem Ersever de ifade vermeden az önce (4 Kasım 1993) öldürülmüştü. Onunda zanlıları meçhul! Ölmeseydi devlet içinde dolapları ve özellikle de komutanı Eşref Bitlis’in niçin ve kimler tarafından öldürüldüğünü açıklayabileceği söyleniyor. Şimdi Behçet Oktay’ın da ölmese bazı ifadeler verme ve özellikle de “Gömülü silahlar” konusunda konuşma ihtimali olduğu iddia ediliyor. İlginç!

Acaba bu gibi durumlarda “Suskunluk yasası”nı çiğnemeye hazırlanan veya göze alanlar mı hedef seçiliyor?..

Önceki ve Sonraki Yazılar