Baku, ay gözel Baku*

“Paris’de ölebilirdim, Moskova diye bir kent olmasa...” diyor büyük Sovyet Şairi Mayakovski.
Değişmez şiir yoldaşım ve Azerbaycandaşım sevgili Ataol Behramoğlu, O’na gönderme yaparak; “Bakü’de ölebilirdim, İstanbul diye bir kent olmasa...” diyor.
Bense, gerçekten “Bakı”da ölebilirdim, İzmir diye bir yürek atmasaydı dünyada, diye düşündüm, Bakı küçelerini (sokak) dolaştığım üç gün boyunca...
Geçen hafta, “Elekber Sâbir Şiir Günleri”ne gideceğimden haberdar etmiştim sizleri.
Azerilerin güçlü ve önemli şairi Resul Rıza’nın önerisi ile 1962’den bu yana Azerbaycan Medeniyetler ve Kültür Bakanlığı ile Azerbaycan Yazıçılar İttifakı’nın (Yazarlar Birliği) önderliğinde yapılan bir anma bu. Sanırım daha belirgin olarak da, büyük şairler; Resul Rıza ile Nigâr Refibeyli’nin oğlu, Yazıçılar İttifakı’nın Başkanı büyük edebiyat insanı Anar’ın inisiyatifinde. Önümüzdeki hafta hem etkinliğin içeriği hem de Elekber Sâbir’in şiiri ve kişiliğinden söz edeceğim. Ancak bugün dünyaya örnek olabilecek bir kültür şehrinden, Bakü’den söz etmek isterim.
Bakü; sosyalizmin insanda bıraktığı derin erdemli izleri hâlâ sevgiyle taşıyan bir şehir. Büyük bulvarları, devasa meydanlara açılan ve her büyük bulvarı, her küçesine şairlerin adı verilmiş olan ve ilk bakışta insanı şaşkınlığa uğratan bir şehir. Haydar Aliyev Havaalanı’na indikten itibaren (düştükten itibaren mi demeliyim?) Kafkasya’da, steplerin ortasında şair anıtları ve şiirlerle bezeli bir kent, hayrete düşürüyor göreni.
İstisnasız bütün büyük meydanları bulvarlara, bulvarları meydan ve küçelere bir şair adı ile bağlanıyor. Sözgelimi, Fuzuli Meydanı’ndan aşağıya doğru, Fuzuli Bulvarı’nı geçerek sağa dönerseniz, Elekber Sâbir Caddesi ve Meydanı’na çıkarsınız. Biraz aşağısı Semed Vurğun Küçesi’dir. Karşısındaki Seyit Nesimi Parkı ve Bulvarı’nı dönünce, Nazım Hikmet Küçesi’ne ulaşırsınız... Nazım Hikmet Küçesi’nin alt yanı ise; “Fahri Hıyaban” yani Onur Mezarlığı’dır. Burası görülmeye değer bir müze, bir kültür ocağı, bir minnet anıtı gibidir. Azerbaycan’dan geçmiş ve Bakü’de yaşamış şair, gazeteci, hanende ve sanat insanlarının gömülü oldukları muhteşem bir anmalık. Bütün bu güzel ölülerin heykelleri var mezarlarının başında ve küçük anmalar için geniş alanlar. Bir mezarlığa hayran kalınabilir mi? Biz hayran kaldık “Bakü Fahri Hıyaban”ına... İşte, böylesi bir sanat kentidir Bakü.
Hazar Denizi’nin kıyısında, ayışığının altında dolaşırken, kafelerden sızarak Hazar’ın sularına ve ay ışığına karışan, sevgili Anar’ın annesi ve halk sanatçısı şair Nigâr Refibeyli’nin şiirinden bestelenen ve Türkçemiz’de de çok sevilen, “Neyleyim”adlı şarkı, uzun bir şiirin içine çeker sizi;
“Ala gözlum, senden ayrı geceler/ Bir il kimi uzun olur, neyleyim/ Bağçamızda kızılgüller her seher/ Tezden açır, vaxtsız solur, neyleyim?
Nergizlerin gözü yaşla dolanda/ Benovşeler baxib qamlı olanda/ Qerenfilin gözü yolda qalanda/ Yasemenler saçın yolur, neyleyim?/
Tez gelesen, belke elac veresen/ Sünbüllerin saçı yığıb höresen/ Çiçekleri gelib özün deresen/ Yolda qalıb baxışları, neyleyim?
Çiçeklerin çekir gözü intizar / Ayrılıqdan beter dünyada ne var?/ Yaz axşamı seni bil ki, bu Nigar/ Hezin-hezin yada salır, neyleyim?”
Bu şiiri, Nigâr Hanım, Resul Rıza hastanede yatarken derin bir özlemle yazmış, deniyor. Zaten aşkla bağlı olduğu büyük şair Resul Rıza’nın ölümünden tam 100 gün sonra, O da dünyamızdan ayrılıyor... İşte böylesi büyük ve büyülü aşkların yaşandığı bir masal ülkesinin sokaklarında dolaştım üç gün boyunca... Haftaya Elekber Sâbir ve gericilik karşısında boyun eğmeyen şiirinden söz edeceğim.
HHH
Bugün yeni bir güne uyandık yurdumuzda, ben bu yazıyı yazarken daha sandıklar açılmamış ve geleceğimizin ne olacağına ilişkin bilgi netleşmemişti. Fakat umuyorum ki; iyilik ile kötülük, sığlık ile derinlik, karanlık ile ışık, varlık ile hiçlik, bilgi ile bilgisizlik, erdem ile erdemsizlik, vicdan ile körlük, nefret ile sevgi, kavga ile barış, kin ile hoşgörü, kardeşlik ile düşmanlık, esaret ile özgürlük, arasındaki bu seçimi; iyilik, ışık, varlık, bilgi, erdem, vicdan, sevgi, barış, hoşgörü, kardeşlik, özgürlük kazanmış olsun.
*Baku’yu Ruslar, Bakü’yü Türkler, Bakı’yı Azeriler’in kendisi kullandığı için, kentin üç söylenişini de anmak istedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar