Süleyman Karan

Süleyman Karan

Bana liderini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!

Çok bildik bir laftır ama tarih boyunca hep karşlığı olmuştur: Her halk hak ettiği gibi yönetilir. Hak etmek, illa ki bu berbat siyasi ortamı hazırlamak değil, hiçbir şey yapmayarak yani baş kaldımayarak sineye çekmektir de aynı zamanda... Bu sistem için geçerli olan, nitel bir durum... Yani açın, yoksulun, sömürülenin, ezilenin sisteme baş kaldırmaması için geçerli... Ama devletin despotluğu, özel mülkiyet, baskı ve sömürüye dayalı bu sistemin bile kendi içinde nicel farklılıkları var. Kimisi karıncayı belini incitmeden hallediyor, tıpkı İskandinav ülkelerindeki gibi, kimi biraz daha yolsuzluklara açık bir sistem AB’nin Akdeniz’deki üye ülkeleri gibi, kimisi vasatın altında IQ’ya sahip bir orta sınıfın cehaletiyle ilerliyor ABD’deki gibi...

Kapitalizm çeşit çeşit, tabii bu örneklerini verdiğimiz ülkeler, imitasyon kapitalist değil, bu sistemin her türlü pisliğini ve ceremesini geçmişte yaşamış toplumlar. Bir de bizim gibi sonradan görme kapitalist ülkeler var... Sonradan görmelik bir mantar gibi saçından ayak tırnağına kadar yayılmış bir sistem bu ülkelerdeki...

Sonradan görme kapitalizmi

Bu sonradan görme kapitalizm, diğerlerinin birkaç yüzyılda çektikleri tüm sorunları, çok daha kısa bir zaman aralığında çekmeyi zorunlu kılıyor. Bu yüzden mesela bu ülkelerde, burjuva kültürüne sahip işadamı bulmak, çöplükte elmas bulmak gibi bir şey... Hele ki, bizim gibi tümüyle devekuşuna benzer bir kapitalist sistemse söz konusu olan, işadamlarının çoğunluğunu dalkavuklar oluşturuyor. Tıpkı bakanından bürokratına her kademedeki devlet memuru gibi...

Kaldı ki, Türkiye bir muz cumhuriyeti değil... En azından öyle ya da böyle 80 yıllık bir kapitalist geçmişi var. Ama buna rağmen özellikle son beş yıldır, bir Orta Afrika ya da Güneydoğu Asya ülkesinden farksız bir yönetim sistemine sahip. Eğer ki, köklü bir cumhuriyet geçmişi olmasa, çoktan bir Kamboçya, bir Filipinler, bir Nijerya olurduk, neyse ki bu siyasal İslamcılar bunu henüz beceremedi, beceriksizliklerinden değil yoksa ülkeyi rezil edebilecek bir becerileri var, ama neyse ki hâlâ bu ülkenin yarısından fazlası yurtsever, çağdaş insanlık değerlerine ve onuruna sahip çıkıp direniyor.

Çakalların zamanı

Ama hiç rehavete kapılmayın, zira şu ne idiğü belirsiz başkanlık tantanası, bizi hızla bu düzeye, yani yerin dibine çekebilir. Ve işin kötüsü küresel konjonktür de buna çok uygun. Dünyanın nereye gittiği belli değil, eski sistem çürümüş ama yenisi ortaya çıkmıyor, savaşlar bitmek bilmiyor ve ekonomik krizler de... Yani hava fena puslu ve kurda değil ama çakallara pek uygun... Şimdi sizlere bu çakallardan birkaç örnek vereceğim...

Hadi Asya’dan başlayalım... Diktatör ve soytarı çıkartmakta başarılı bir bölge burası... Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin Kim Hanedanı’nın üçüncü kuşak temsilcisi Kim Jong-un, nükleer füze denemekten vakit bulduğu zamanlarda ya çevresinde tipine uyuz olduğu birini idam ettiriyor ya da en son örnekte olduğu gibi keyfi kaçık olduğu bir gün bir şeyi yasaklıyor. Deli diktatör son olarak düğünleri yasakladı söz gelimi...

Hemen biraz güneye inelim ve yüzyıldır gün yüzü görmeyen bir halkın, Khmerler’in ülkesi Kamboçya’ya bir göz atalım. Fransızlar’dan, ABD’lilerden çektikten sonra bir de Kızıl Khmer belasını çekmek zorunda kalan bu halk, şimdi de ruh hastası ve üç kağıtçı bir başbakan belasıyla uğraşıyor. Tam bir kifayetsiz muhteris olan Çin asıllı Hun Sen, kendisini ‘Lord’ ve ‘Başkomutan’ ilan etti. Bu görgüsüz ve cezai ehliyeti olmayan adam, karısını da ‘ünlü bilin insanı’ olarak taltif etti ki, kadının diploması falan yok!

Deli demagoglar revaçta...

Yolsuzlukların zirvede olduğu bir başka ülke olan Filipinler’in yeni devlet başkanı Rodrigo Duterte ise seçim sürecindeki abuk sabuk demeçlerini, koltuğu kaptıktan sonra da devam ettiren yeni bir junior diktatör, son olarak idamları geri getireceğini açıkladı ve ‘kurşuna para harcamamak gerektiği’ni savunup çözüm olarak ipi gösterdi. Hasta ruhlu bir popülist demagog..

Dönelim Afrika’ya, kıtanın en yüksek nüfusa sahip ve petrol zengini ülkesi Nijerya’ya... Bu ülke petrol zengini ama halk açlıkla yüz yüze ve kabileler birbirlerini yok etmekle uğraşıyor. Yöneticiler ise hem katil, hem hırsız, hem yüzsüz... Britanya Başbakanı David Cameron’ın ülkesindeki yolsuzluklarla ilgili şık olmayan sözlerini duyunca, hani bir ulasal onurla cevap vereceği yerde, “Paramı versinler yeter” diyecek kadar onursuz bir şey Nijerya Devlet Başkanı Muhammed Buhari...

Bunlar Afrika ve Asya’dan bir-iki örnek, ama Doğu Avrupa’da da ruh hastası devlet başkanları ve başbakanlar var. Mesala Macaristan’ın ırkçı, din bezirganı, diktatör bozuntusu başkanı Viktor Orban... Anayasayı hadım etme ve faşizan bir sistem kurma konusunda bazıları bunu örnek alıyor.

Yetki bol, sorumluluk sıfır!

Ve bu örneklerin hepsi yetki konusunda doymaz bir açlık içinde daha fazlasını istiyor. Yetki sonsuz olsun ama sorumluluk hiç olmasın gibi dertleri de var. Zira bunların topu korkak, topu ahlaksız, topu üç kağıtçı ve geleceklerinden korkuyorlar... Zira geçmişteki benzerlerinin sonu genelde ya ölüm olmuş ya da hapis... Hitler’e kadar geri gitmeye gerek yok, işte Saddam Hüseyin, işte Muhammed Kaddafi...

Yani demem o ki, bırakın bu zamanda başkanlık sistemini, başbakanların varolan yetkilerini bile tırpanlayıp, katılımcı bir demokrasiye geçiş olmadan, insanlık onuruna bir nebze yakın bir sistem kurulamaz. Hele ki başkan olanlara ve olmak isteyenlere bakınca... Ve tekrar başa dönelim ve hatırlatalım, her halk hak ettiği gibi yönetilir. Başını dik tutmayan halkların başını ezecek bir deccal her zaman çıkar!

Önceki ve Sonraki Yazılar