Barış-savaş paradoksu

Bir paradoks, ilk bakışta bir şey söyler gibi görünürken, derin bir bakışla tam tersini söyleyen bir cümledir. Veya, görünüşte saçma veya kendi içinde çelişkili bir cümle, tahlil edildiğine doğru bir şey söylüyorsa, o cümle bir paradokstur.

Mesela, şu cümleye bakalım: “Bugün barış yapmak, savaş yapmak demektir!”

Barış ve savaş birbirine zıt şeyler. “Barış yapmak” nasıl olur da “Savaş yapmak” olabilir? Olabilir ve olmuştur.

Devrin İngiliz Başbakanı Neville Chamberlain, 30 Eylül 1938’de, görülmedik ölçüde silahlanmakta olan Almanya’nın diktatörü Hitler’le Münih Anlaşmasını yapıp Londra’ya dönmüştür. Konutunun önünde yaptığı konuşmada bu anlaşmayı “Çağımızın Barışı” diye nitelemiş ve İngiliz halkına “ Evlerinize gidin ve güzel, huzurlu bir uyku uyuyun!” demiştir.

 Bunun hemen ertesi günü, Almanya, Sudetenland’ı işgal etmiş, bir yıldan az zaman sonra da Polonya’yı işgal edip 2. Dünya savaşını başlatmıştır. Bundan kısa bir süre sonra da, Londra’ya Alman roketleri yağmaya başlamıştır.

Yani, İngiltere’de, 30 Eylül 1938 günü, birisi, “Bugün barış yapmak, savaş yapmak demektir!” demiş olsaydı, bir paradoks yapmış olurdu; çünkü, bu cümlenin doğru olduğu, tarihsel olarak ortaya çıkmıştır.

“Bugün barış yapmak, savaş yapmak demektir!”
cümlesi, AKP’nin PKK’yla “Barış Süreci” saçmalığı için de bir paradoks olarak söylenebilirdi ve bu cümlenin bugünün Türkiye’sinde de doğru olduğu ortaya çıkmıştır.

Yirminci yüzyılın ortalarından beri, iyi-kötü demokrasi olan bir ülkede, şiddete baş vurmadan İnsan Hakları’nın elde edilebileceği, deneyle ortaya çıkmış bir hakikat iken, sözde bu amaçla şiddete baş vuran bir örgüt, ancak bir silahlı suç şebekesidir.

Herhangi bir uygar ülkede, hatta dünyanın en demokratik ülkesinde, polisin karşısına çıkan silahlı bir bireysel kriminale, polis iki ihtimal tanır: “Silahını at, teslim ol!” veya bu ikaz dinlenmezse “Silahımla, seni etkisizleştiriyorum!”

Silahlı bir suç şebekesine, bundan daha iyi bir şans verilmesi için hiç bir makul sebep var mıdır?

Bir kısım aydınımız, iyi niyetli hayalperestliklerinden, AKP ise bir adet iyi niyetten ise bin adet art niyetten dolayı farklı düşündü: Halis Türk vatandaşı olan ve anadili Kürtçe olan vatandaşlarımızın bazı haklarının ihlal edilmiş veya bazı haklarının edilmekte olduğu gerçeği, “Aha, ben bu işi halletmek için yola çıktım!” diye yola çıkan ilk ceberrut örgütü, aydınlara adam zannettirdi, AKP’ye, adam zanneder gibi yaptırdı.

Oysa, sözde Kürtler adına davranan PKK, hem kendi iç işleyişi bakımından, hem de başta Kürtçe konuşan PKK karşıtı aydınlar olmak üzere, bütün halka yaptıkları zulüm açısından, Türkiye Cumhuriyeti’nin en kötü halinden daha beter bir örgüttür.

AKP’nin, PKK’yla ‘Barış’ çabasındaki art niyeti şuradadır, ki bu konuda Cemaat’in rehberliğinde davranmış olmalılar: PKK gibi, dış ülkelerde de en azından sığınağı olan büyük bir silahlı örgütle mücadele, ancak Silahlı Kuvvetler’le yapılır; oysa, Silahlı Kuvvetler, en azından Cemaat’le olan koalisyon bozulana kadar, Teokratik Diktatörlük kurulması yolunda, kendilerine engel olabilecek bir düşman olarak görülmüş ve tahribine girişilmişti.

Bu orduyu tahrip süreci tamamlanana kadar, PKK’nın serbestçe hayatiyet göstermesine göz yumdular.

Cemaat’in 17 Aralık Darbe teşebbüsü ile, sarsılan AKP, bu teşebbüsü, kısmen haklı olarak bir Dış Güce, yani Amerika’ya bağladığından, bir süredir, yine kısmen haklı olarak Amerikan düşmanlığı içine girmiş olan Ordu’yla mütareke yapmak lüzumunu hissetti.

“Benim orduma kumpas kurmuşlar!”
timsah göz yaşları eşiliğinde, Darbe Davaları tahliyeleri muhtemelen böyle başladı.

Bu ortamda, bir yandan, AKP’nin, PKK’yla sempatik ilişkilerinin kendilerine kaybettirdiği milliyetçi oyları geri alma kaygısı, öte yandan, PKK’nın kapalı kapılar ardında aldığı sözlerin yerine getirilmemesinden kaynaklanan huysuzluğu birleşince, AKP Hükümetinin bugün ortaya koyduğu PKK celaleti ortaya çıktı.

PKK’yla mücadelenin on küsur yıldır savsaklanmış olmasının sonucu: Bölge halkında, AKP öncesi PKK’ya karşı genellikle korkudan duyulan itaate, PKK’nın bir tür Devletimsi bir konum kazanmasından kaynaklanan bir itibar eklendi.

PKK üyesi olarak çevreye nam ve korku salabilme olanağı, ortada bir silahlı çatışma tehlikesi de olmadığından, bir çok genci, PKK’ya katılmaya teşvik etti.

Bugün Silahlı Kuvvetler’in PKK’yla yapacağı mücadele, 13 yıl öncesinden, AKP sayesinde, daha zordur.

Hulasa, Savaş yapman gereken zamanda ‘Barış’ yaparsan, daha fazla Savaş yapmak zorunda kalmak paradoksuna düşersin. 

Amerika’da bir başkan adayı: Trumpusconi

New York Times’ın en takdir ettiğim köşe yazarı Frank Bruni geçenlerde bir yazısına şöyle başlamıştı:
“Bir düzine yıl önce, Roma’da Donald Trump’la birlikte uzun bir yemek yemiştik. Fakat ismi Silvio Berlusconi idi. Bunlar, aslında aynı adam değiller midir? Aynı şehir efsanesi?Servetlerine karşı aynı saplantı. Servetleriyle aynı övünme. Servetlerinin onların dahi olduklarının delili olduğuna dair aynı inanç. Yurttaşlarına yaptıkları aynı gel-gel çağrısı: Kendimi zenginleştirmişsem, size de zenginleştirebilirim!”

Evet, inanması güç, fakat Frank Bruni’nin Trumpusconi diye dalga geçtiği Donald Trump, şu anda Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen adaylarından biri, hatta en önde geleni. Parti teşkilatını sık sık karşısına alması, Meksikalılara ve göçmenlere hakaret etmesi, Parti’nin önemli adamlarından, eski Başkan Adayı Senatör, John McCain’in Viet Nam Savaşı Kahramanı olarak görülmesiyle alay etmesi gibi gafları, neticede Başkan adaylığına engel olacaktır gibi görünüyor; ama, paranın gücü sürprizlere yol verebilir.

Fakat, adeta köktendincilerin eline geçmiş olan bu partinin adayı, onlardan biri olacağına bu maskara olsun demek geliyor içimizden –hele Türkiye’nin AKP deneyinden sonra!



“Yurtta sulh, cihanda sulh!” Ve bugün


IŞİD’le savaşa katılmaya karar verdiğimiz günden beri, her gün, önemli bir yabancı basın organında, Türkiye eleştiriliyor. Sebep: IŞİD’le savaş sırasında, Türkiye’nin PKK’yla da mücadeleye başlamış olması, ana hedef olan IŞİD konusunda, Amerika liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyonu zor duruma düşürüyormuş. Çünkü, mesela, IŞİD konusu sulanıyormuş, koalisyon ortakları arasında olan Suriye’li Kürtler huzursuzlanıyormuş.

Dahilerin sözleri, bin bir ortama uygulanabilir.

“YURTTA SULH, CİHANDA SULH!” sözü de böyledir.

Bu sözü, en basitinden “Hem yurtta, hem cihanda barış isteriz” olarak alabilirsiniz; doğrudur, güzel bir temennidir.

Aynı zamanda, bu vecizeyi, şunlardan biri olarak da yorumlayabilirsiniz: “Yurdumuzda sulh olması için, cihan da sulh içinde olmalıdır” veya “Yurdunda huzur olmayan, cihana da huzur vermez” veya “Cihanda habire cenk edenin, yurdunda da sulh kalmaz” veya “Yurdunda sulh olmalı ki, bir cihan sulhu için mecbur kaldığında dışarıda cenk edebilesin”

Şimdi, “Yurdunda sulh olmalı ki, bir cihan sulhu için mecbur kaldığında dışarıda cenk edebilesin” yorumunu ele alınız.

IŞİD isimli bir manyaklar çetesi ülkenize saldırmış. Elbette, cezasını vereceksiniz. Üstelik hazır uluslararası kuvvetler de zaten bu çeteyle savaşmakta.

Ne yaparsınız? Bütün silahlı gücünüzü bu belaya teksif edip, tahribine girişirsiniz veya yardımcı olursunuz.

Bu sırada yeni bir cephe açar mısınız?

Mesela Hitler manyağı gibi, daha Batı’yla işiniz bitmemişken bir de Doğu’ya saldırır mısınız?

Hele hele, ülkenizde potansiyel olarak zaten var olan bir yarayı kaşıyıp, dışarıda savaşırken, bir de içerde huzursuzluğa yol verir misiniz?



Aklı başında birisi iseniz: Elbette hayır!


Ama, eğer, AKP adında, gizli amaçlı, gizli hedefli, gizli hesaplı bir örgütseniz, 4-5 yüz yılda bir gelen bir dahiyi, ‘ayyaş’ zannedecek kadar kör ve cahil iseniz, onun “Yurdunda sulh olmalı ki, bir cihan sulhu için mecbur kaldığında dışarıda cenk edebilesin” nasihatini anlamazsınız ve 13 yıldır dokunmadığınız PKK’ya dokunmaya, tam da Cihan’a savaş için çıkmışken karar verirsiniz.

Elbette, PKK ortadan kalkması gerekli bir örgüttür; ama, “13 yıl bekledin, bir kaç hafta daha bekleyemez misin, be adam!” demek isterdik, ama “adam” kibar kalıyor, “hain” yerindedir; çünkü bizim canlarımız, elden gidecek olan.

Ortada insaniyet kavramı yerine, mezhep, ‘milliyetçi oylar’, erken seçim, “Aman, bizim müslüman biraderler, bizi kafir Amerika’yla birlikte sadece müslümanlara saldırıyorlar demesin!” gibi endişeler alınca, bizim Hükümet, hem PKK’ya hem İŞİD’le aynı anda mücadele kararı alır ve kendi sivil yurttaşlarının hayatını tehlikeye atar.
Çarıklı erkan-ı harb, bütün dünyayı sersem sanır

Önceki ve Sonraki Yazılar