Sonunda her şey bireysel seçime kalır

Albert Camus’nün Veba’sı beni en çok etkileyen romanlardan biridir. Büyük bir felaketle karşı karşıya bulunan bir yerde, hiç umut olmasa bile, insanların seçme hakkı olduğunu anımsatır. “Kimden yanasın?” sorusu tecrit altında ölmekte olan vebalı Oran kentinde de geçerlidir:

“Kimden yanasın? Ölümden mi yoksa umuttan mı?”

Ölü farelerle gelen hastalık kentin mahallelerini önce ufak ufak ele geçirmiş, sonra kesin egemenliğini kurmuştur. Çoğunluk durumu kabul etmek bile istemez. Başlangıçtaki umutlar hep boşa çıkar: Paris’ten gelen serum işe yaramaz, kış yağmurları salgını yavaşlatmaz, şu ya da bu nedenle biraz azalır gibi olsa da birkaç gün sonra ölüm cümbüşü geri döner…

İşte bu arada, başta Dr. Rieux olmak üzere birkaç kişi, kendilerini hastalıkla mücadeleye adarlar. Kaçabilecekken kaçmazlar, korunabilecekken korunmazlar. Çünkü, onlar için artık her gün kıyamet ya da hüküm günüdür.

*

Türkiye’de basın özgürlüğü alanında ağır bir felaket yaşanmakta olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin uluslararası basın özgürlüğü sıralamalarında daha da gerilere düşmesi bunu kanıtlıyor. 154. sıraya düşmüşüz. Küçümsediğimiz, savaş altındaki perişan Irak bizim üzerimizde!

Vebalı Oran kentinin sakinleri gibi biz de yıllardır zaman zaman umuda kapılıyor, kötü günlerin bitmese bile gerilediğini, Üçüncü Paket’le değilse bile Dördüncü Paketle tutuklu ya da hükümlü gazetecilerin serbest bırakılacağını, yasalarda ne zamandır beklenen değişikliklerin gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Ama elimiz hep böğrümüzde kalıyor.

Salgının kendisini dışa vurma biçimi değişebiliyor: Bazen gazeteciler OdaTV ve KCK operasyonlarında olduğu gibi topluca içeri alınıyorlar, bazen iktidarın baskısı sonucu çalıştıkları basın organlarından teker teker ya da topluca kapı dışarı ediliyorlar…

Bu arada inanılmaz bir oto sansür, kentin üzerine çökmüş kara bir sis gibi bir türlü kalkmak bilmiyor. Kimi gazete patronları, propaganda bakanlığı çalışanlarına yakışacak bir vazifeşinaslık içinde iktidar yardakçılığı yapmayı sürdürüyorlar.

Günü kazanmanın sarhoşluğu içinde yarını kaybettiklerinin farkında değiller. Benden söylemesi: Geleceğin gazetecilik müzelerinde onların resimlerinin yer aldığı kara salonlar olacak. Kendileri bugün utanmasalar bile çocukları ve torunları onlarla aynı soyadını taşıdıkları için utanacaklar. Resimlerinin altında şöyle yazacak: Demokratik görevlerini yapmak yerine, onlara pek çok şey sağlayan mesleklerini satmayı tercih ettiler!

*

Neyse ki, insanlık onlardan ve onların yardakçılarından ibaret değil. Camus’nün sözünü ettiği o büyük seçimi her ne pahasına olursa olsun umuttan yana yapan, kendisini aşan gazeteciler hâlâ var.

Bunlardan ikisi geçen hafta basın özgürlüğü ödülleriyle layık oldukları mesleki teşekkürü aldılar. Her ikisinin de yakın dostum olmasından onur duyarım: TGC Basın Özgürlüğü Ödülü’nü alan, Milliyet Gazetesi yazarı Kadri Gürsel ve Karşıyaka Belediyesi’nin İzmir Gazeteciler Cemiyeti ile birlikte verdiği Basın Özgürlüğü Ödülü’nü alan Yurt yazarı Ayşenur Arslan.

İstanbul’daki TGC törenine gidemedim ve Uluslararası Basın Enstitüsü Yönetim Kurulu’nda yıllardır birlikte çalıştığım Kadri Gürsel’in törenine katılamadım. Ama Ayşenur Arslan’ın İzmir’deki töreninde bulunmaktan büyük mutluluk duydum.

Kadri Gürsel yaptığı konuşmada daha çok oto sansür illeti üzerinde durmuş ve Gezi Parkı başkaldırısının bu kara sisin kalkması yönündeki sonuçlarını övmüş.

Ayşenur Arslan ise ödülünü hapiste bulunan ve işsiz kalmış meslektaşları adına sembolik olarak aldığını vurguladı.

Gazetecilik mesleğindeki becerilerini herkesin bildiği arkadaşlarımızın bu ödülleri almalarının özgül nedeni kişisel duruşları ve kritik anlarda yaptıkları seçimlerdir.

Tıpkı vebalı kentteki Dr. Rieux gibi onlar da kaçabilir, bambaşka olanaklara sahip olabilirlerdi.

Ama onlar hakikatin bir bıçak kadar keskin olduğu o kritik anda “Hayır” demesini bildiler.

İzmir’deki töreni düzenleyenler benim de konuşmamı istediler. Özetle şöyle dedim:

“Eninde sonunda iş, bireye kalır. Seçimi o yapacaktır. Doğrulardan mı yanadır, yoksa yalanlardan mı? Ayşenur Arslan doğruları seçti ve penguencileri saf dışı etti.”

Önceki ve Sonraki Yazılar