'Bedava haber' ve demokrasi

Türkiye ağır bir kriz yaşıyor.

Ekonomide, siyasette, hukukta, kamunun her alanında, iş dünyasında, medyada her cephede görünen, çürümeye, çözülmeye, bozulmaya dönüşen bir çöküş hali söz konusu.

Bu çöküşün miladı 1980 yılındaki büyük makas değişikliğine, 24 Ocak'taki liberal ekonomiye geçiş kararına uzanıyor. Liberal ekonomide siyaset 80'li 90'lı yıllar boyunca adım adım medya ve finans sektörünün belirlediği bir gösteriye dönüştü.

28 Şubat postmodern darbesi yarattığı mağdurlarla bu gösterinin parlak kurgularından biriydi.

Plaza ekonomisine geçen, ansiklopedi savaşlarından devasa tirajlarla çıkan medya, finans sektörüyle girdiği çirkin ilişkiyi kamu bankalarının, bankacılık sisteminin yağmalanmasına kadar vardırdı.

Finans siyaset ilişkisiyle büyüyen, reklamla beslenen dağıtım tekeli oluşturan medya,  okuru, görmezlikten geldi. Fiziki maliyet fiyatının altında, zararına satılan gazeteler satışları değil reklamları düşündüler. Reklamla, teşviklerle, kredilerle beslendiler. Sadece ana akım medya değil, muhalif mizah dergileri bile bu teşviklerden pay aldı.

Patronlar, gazetelerin, televizyonların itibarını kamu ihaleleri için masaya sürdüler.

Gazete, televizyon sahipleri bankalar, oteller, sanayi şirketleri, enerji şirketleri biriktirirken gazetecilik çoktan can çekişmeye başlamıştı.

Rekabete dayanan "haber" yazı işlerinden elini eteğini çekti.

Saadet zinciri önce 2001 kriziyle koptu.

25 civarında banka ve finans kurumuna el kondu. Konu kamunun 23 milyar dolar zararı sineye çekmesiyle kapandı.

Banka sahipleri arasında medya patronları da vardı ve "kartel medyası" ve bu medyanın finans sektörüyle ilişkisi, siyasete müdahalesi, kamu kaynaklarından beslenmesi AKP'nin üzerine bindiği toplumsal hoşnutsuzluk dalgasında ciddi bir rol oynadı.

Yağmurdan kaçanlar, doluya tutulduklarını ancak 2007 yılında ve sonrasında anlamaya başladılar.

Medya patronları da bunun dışında kalmadı. Hak arayan, örneğin sendikaya üye olup toplu sözleşme peşinde olan, hadi bırakın sendika üyeliğini yasal hakları için dava açan gazetecileri bile "kara listeye" alan patronlar bir gecede her şeylerini kaybedebileceklerini gördüler.

(Bu "kara liste" meselesini ayrıca yazmak istiyorum. Meşhur bir hukuk bürosunun sekreteryasında işleyen "kara liste" mekanizmasında işyerlerine dava açan, sendikaya üye olan gazetecilerin çetelesi tutuluyor, herhangi bir yerde işe başladıkları duyulduğu anda "insan kaynaklarına" bildiriliyor ve işten çıkarılması sağlanıyordu. Sağcı solcu, yandaş demeden bütün ana akım medya bu sisteme dahildi.)

Patronların gazetecileri, köşe yazarlarını, muhabirleri harcaması durumu değiştirmedi. AKP iktidarı, kamu rantı ve medya ilişkisini kendi patronlarını, kendi sistemini yaratarak değiştirdi. AKP iktidarları boyunca en az üç büyük medya patronu piyasadan silindi.

Kamu kaynaklarından, ihalelerle, reklamlarla beslenen, milyonlarca dolarla sübvanse edilen "yandaş medya" adım adım yükseldi. Kimselerin okumadığı, tiraj derdi de olmayan bu medyanın iki işlevi var. AKP iktidarlarına, bu iktidarı destekleyenlere 17/25 Aralık gibi aleni konularda bile argüman üretmek ve yine 17/25 Aralık gibi aleni meselelerin bile görünmez olmasını sağlamak.

Geldiğimiz noktada medyanın 90'lı yıllardan başlayarak biriktirdiği "itibar" krizi, AKP iktidarının yarattığı "sansür" ve gelişen iletişim teknolojisinin bütün dünya medyasında yarattığı "bedava haber" kriziyle birleşiyor.

Cumhuriyet, Birgün, Yurt, Evrensel gibi bir avuç muhalif gazete böyle bir dönemde bu üç canavarla aynı anda boğuşuyor.

Ne yazık ki "haber" ancak uzman gazetecilerle, editörlerle, topyekün bir gazetecilik geleneği ile elde edilebilecek pahalı bir şey.

Ve ne yazık ki bu pahanın karşılığında toplumun yitirdiği şey,  bilme hakkı, özgürlükler ve demokrasi...

Önceki ve Sonraki Yazılar