Ben olsaydım konuşurdum!

TBMM’de dünkü oturumu izlerken, empati yapmaya çalıştım. Yüce Divan’a gönderilip gönderilmemeleri oylanacak olan 4 bakanın yerinde olmak istemezdim! Meclis hangi iradeyi gösterirse göstersin, onlar adına çok can sıkıcı ve yaralayıcı…

Kimi AKP’liler dün sabahki değerlendirmelerinde, “Efendim, Meclis Soruşturma Komisyonu, sayın bakanların herhangi bir suçu ve kusuru olmadığı yönünde karar verdi. Bu bir hukuki sonuçtur. TBMM’nin de aynı eğilimi göstereceği kanaatindeyiz” diyordu…

Bu değerlendirmeyi yapanlar; TBMM Soruşturma Komisyonu’nun yargıdaki gibi “savcılık” görevi yaptığının altı çiziliyordu.

Haksız sayılmazlar… Bir ülkede çoğulcu parlamenter sistemin “kuvvetler ayrımı prensibi” yerle bir edilmişse, ne yazık ki bu tür değerlendirmeler haklılık kazanır. AKP, sayısal çoğunluğu ile yürütmenin yanı sıra yasama ve yargıyı da dizayn ediyor. İstediği gibi at koşturuyor. Aklına gelen yasayı çıkarıyor ve adına hukuk diyor. Kendi hukukunu topluma dayatıp, işin içerisinden çıkıyor. Dolayısıyla, ortada bir büyük ortak payda var. Buna amiyane tabiriyle “çıkarlarımız ortaktır” derler. Dolayısıyla, “Çıkarlarımız ortaktır” kavramının etrafında birleşenlerden aksi bir yorum beklemek safdillik olur

***

Geçmişe dönelim… ANAP dönemine... Zamanın Bakanlarından merhum İsmail Özdağlar ile ilgili iddiaları gündeme geldiğinde, ANAP lideri ve Başbakan Turgut Özal bile komisyona gidip ifade vermişti. Özdağlar ile ilgili yegane kanıt, merhum Adnan Kahveci’nin teybe aldığı seslerdi… Ne mahkeme kararı ile dinleme ne de görüntüleme söz konusuydu. Ve Özdağlar, kendi partisince Yüce Divan’a gönderilerek yargılanıp hüküm giydi…

Bugünkü durum ise çok daha değişik… Ortada hiçbir hukuk dışılık yok. Mahkeme kararı ile dinleme var. Görüntüler var… Evlerde kasalar var… Ayakkabı kutularında paralar var… Ses kayıtlarının içeriğinin hiç biri yalanlanabilmiş değil…

Hal böyleyken… “Hiçbir şey olmamış gibi davranma”nın mantığını anlamak mümkün değil. Sanki bütün bunlar bir rüya ya da bir başka ülkede yaşandı. Sanki bir Brezilya dizisi gibi televizyon ekranlarından izledik.

***

Yazının girişinde ‘empati yaptım’ dedim ya…

Eğer ben böyle bir durumla karşı karşıya kalsaydım… Eğer, suçsuz olduğuma inanıyorsam; korkacak bir şeyim, veremeyecek bir hesabım yoksa nereden korkacağım? Aslanlar gibi çıkarım yargının karşısına ve kendimi savunurum. Aynı zamanda, vekaletini aldığım bu millete de saygısızlık etmem. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu TBMM çatısı altında millete karşı sorumluluğumu da yerine getirirdim. Bu kendime olan saygımın “olmazsa olmaz” halidir. Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan ne de parti disiplini ya da grup kararı dinlerdim. Böyle davranmak benim vicdani sorumluluğumun gereğidir.

Ancak bu arkadaşlar öyle yapmadı… Bu satırlar kaleme alındığı dakikalarda, TBMM’deki görüşmeler devam ediyordu. Ve adı geçen bakanlardan hiç birinin kürsüye çıkıp, milletin huzurunda kendini anlatma niyeti yoktu. En azından bunu yapabilirlerdi. Hukuki olmasa bile siyaseten yapmaları gereken buydu. Ne yazık ki bu cesareti gösteremediler. Ve bundan sonra ne yaparlarsa yapsınlar, kamuoyu tarafından boyunlarına takılan yafta hep asılı kalacak. Orada aklanmaları artık mümkün olmayacak, ne hukuken, ne ahlaken ne de siyaseten!





Önceki ve Sonraki Yazılar