Süleyman Karan

Süleyman Karan

Benim vatandaşım işini bilir!

Salı günü, hepimizi yakında ilgilendiren bir araştırmanın sonuçları kamuoyuyla paylaşıldı; ‘Türkiye’de ve Dünyada Vatandaşlık’... 43 ülkede gerçekleştirilen araştırmanın Türkiye ölçeğinde; vatandaşlığı tanımlayan, vergi verme, yasalara saygı, farklılıklara hoşgörü, seçimlere destek, dayanışma gibi hususlardaki, tutum, eğilim ve algılara ilişkin araştırmanın temel sonuçları şöyle: Seçimlere katılmaya büyük özen gösteren, vergi kaçırmamaya vurgu yapan, yasal mevzuata uygun yaşamayı ön planda tutan, etik değerlere ve farklılıklara hoşgörü ile yaklaşan, maddi bakımdan kendisinden daha kötü olanlara yardım edilmesini önemseyen... Bu beş niteliğin ‘iyi vatandaş’ olmak için yeterli olduğunu düşünüyormuş Türkiye halkları... Kabaca söylersek, yasalar ve bir ölçüde de dinsel normlar ne emrediyorsa, o ölçüde vatandaş olmak gibi bir eğilim ortaya çıkan...

‘Asgari vatandaşlık’la idare etmek

Önce şu beş temel vatandaşlık nitleğini inceleyelim... Vatandaşlık olgusunun siyasetteki temel yansıması olan siyasal katılma etkinlikleri açısından daha yakından bakıldığında, ABD, Britanya, İsviçre, İskandinav ülkeleri gibi yerleşik demokrasilerden çok farklı bir manzara ortaya çıkıyor. Türkiye’de doğrudan ve olağandışı katılma içeriğini belirleyen toplu dilekçe vermek, toplantı ve gösteriye katılmak gibi protesto içerikli katılma eğilimi fevkalade düşük. Özetle ya devletin vatandaşa yaptığı haksızlıklara, ya hükümetin yanlış uygulamalarına ya da insani değerlere yönelik saldırılara karşı, barışçı ve sistem içinde başkaldırı gibi bir meziyetimiz oldukça zayıf!

Sivil toplum mu? Tabii ki okey!..

Raporda, sivil toplum etkinliklerini oluşturmakta kritik rol oynayan dernekleşme ve genelleştirilmiş kişisel güven (generalized interpersonal trust) gibi olgular konusundaki bulgular da Türkiye’de bu tutum ve davranışların yerleşik demokrasilere oranla son derecede düşük düzeyde olduğunu gösteriyor.  Ülkemizde, toplumsal ve siyasal birliklere, gönüllü kuruluş ve derneklere üye olan, nüfus ortalaması yüzde 4-8 arasında bir yerlerde, hiçbir gönüllü kuruluşa üye olmayan denek oranı ise yüzde 90. Bu sivil toplum kuruluşlarının yüzde 90’ının ise mahalli spor kulüpleri, hemşeri dernekleri ve cami yaptırma dernekleri olduğunu hatırlatalım. Bunların özellikle birinci ve ikincisinin ise lokal açıp orada okey oynatmak, kumar oynatmak, muhtarlık seçimi için fırsat yaratmakla ilgili olduğunu ekleyelim. Yani vatandaş olarak sivil toplum ve katılımcı demokrasi, hiç ama hiç umurumuzda değil. 

Sandığa gömülmüş demokrat

Hal böyle olunca, ‘siyasi insan’ olmanın en kolay yoluna abanıyoruz. Birkaç yılda bir sandığa gidip oy verince kendimizi vatandaş hissediyor ve rahatlıyoruz! Sadece oy verdiğimiz partinin oy oranına bakıyoruz da, siyasal etkinlik duygusunun temelinde yer alan adil olmayan bir yasanın bir vatandaşın başlattığı girişimlerle değiştirilebileceğini gösteren bir inanca tekabül edebilecek ipucu yok. Bu ‘kolay vatandaşlık’ alanında tüm gelişmiş demokrasilere fark attığımız söyelenibilr. Sandığı gün geçtikçe daha çok seviyor, ama siyasete farklı yollarla katılımı hiç umursamıyoruz. Şimdi daha da ilginç bir veri: Türkiye’deki demokrasinin kötü işlediğini düşünenlerin oranı ile iyi işlediğini düşünenlerin oranı hemen hemen aynı; (her ikisi de yüzde 40 civarında). 10 yıl öncesine göre bu algılarda belirgin (yüzde 9 kadar) bir iyileşme var. Ancak gelecek 10 yılda demokrasinin daha iyi veya kötü olacağı konusundaki beklentilerle karşılaştırıldığında bu konuda fazla bir değişiklik olması da beklenmemekte! E peki ne bu sandık aşkı?..

Palavra, palavra, palavra...

Benim bu araştırmadan çıkardığım birkaç sonuç var. Öncelikle demokrasinin bu kadarı bize yetiyor, yani kişisel olarak, doğru bildiği ya da doğru olduğunu düşündüğü yolda emek verip, katılımcı mekanizmalarla sistemin olumsuzluklarını gidermek gibi bir niyeti yok vatandaşın. Sivil toplum, okey oynayacak lokalse makul, yardımseverlik ya da kültürel-siyasi bir etkinlik ise gereksiz! Demokrasi Türkiye halklarının yarısına göre yalan dolan, yarısına göre fena değil, ama sandık aşkımız  müthiş!

Şimdi gelelim diğer sonuçlara... Çok net ve kısa geçeyim: ‘Vergi kaçırmamaya vurgu yapan’ vatandaş, fırsat bulduğunda bunu yapıyor. Ama tabii ki anlı şanlı işadamları panellerde, vergi kaçırmanın kötülüğünden söz ediyor, ta ki MASAK tarafından yakalanana kadar! Bu her sosyoekonomik katman içi geçerli... Yani yalan söylüyoruz. ‘Yasal mevzuata uygun yaşamayı ön planda tutan’, bunun Türkçesi de şu, yasaların boşluklarından yararlanıp ya da fırsatını kollayıp gedik açmak. Bunu başta yargı sisteminin yaptığını biliyoruz. Kör topal demokratik yasalar bile çiğneniyor, millette tıs yok! Yani yine yalan!.. ‘Etik değerlere ve farklılıklara hoşgörü ile yaklaşan’ vatandaşımız, hayvanat bahçesine gider gibi gay bara gitmeyi hoşgörü sanıyor, ama eğer aileden biri travesti çıkarsa, iyi ihtimal fena şekilde dışlanıyor, kötü ihtimal öldürülüyor! Yani külliyen yalan!.. ‘Maddi bakımdan kendisinden daha kötü olanlara yardım edilmesini önemseyen’ vatandaşımız, hani İslam’da ‘komşusu açken tok yatmaması gereken’ vatandaşımız, mahalle baskısıyla belki fitre veriyor (onu da hesaplarken biraz kırpıyor) ama zekat oldu mu konu, bul bulabilirsen... Yardımseverlik derneklerinin üye sayısı ise zaten ortada... Vergi yerine vakıf kurup ‘sosyal sorumluluklarını’ bando mızıkayla duyuran iş dünyası ise zaten pek fena... Yani bu insani kategorilerin hepsinde ne söylesek yalan! Bukalemun gibiyiz bazı konularda ve en kötüsü de doğru ve iyi olduğunu bildiğimiz şeyleri böylesi anketlerde yaptığımızı iddia edip, gerçek hayatta yanından bile geçmeyecek kadar ahlaki boşluğa sahibiz. İşte budur benim çıkardığım bu rapordan... 

Önceki ve Sonraki Yazılar