Bir bilene soralım: Din ve siyaset

Dinin siyaset uğruna istismarının dip yaptığı bir seçim kampanyasının sonlarına yaklaşıyoruz. İslam dininin kutsal kitabı bir siyasi broşürmüş gibi miting meydanlarında ellerde sallanıyor. Daha neler neler… Peki bu konularda “içerden konuşanlar”, gerçek din alimleri ne diyorlar? Onaylıyorlar mı hayatlarının ana eksenini oluşturan inancın böyle ucuzlatılmasını, işportaya düşürülmesini? Örneği ilahiyatçı, felsefe profesörü Prof. Dr. Yasin Ceylan ne diyor?

Niçin Yasin Ceylan diyeceksiniz. Ben Yasin Ceylan’ı üç dört yıl önce bir felsefe konferansında tanıdım. Güneydoğu’da bir mezrada doğmuş. Türkçe öğrenmeye 7-8 yaşlarında başlamış. Türkçe konuşamadığı için gerizekalı saymışlar. Medreselere gidip “mele” olmuş. Sonra bir şekilde imam hatipi bitirip ilahiyat fakültesine girmiş. Daha sonra felsefe öğrenimi de yaparak Kant üzerine çalışmış. Halen ODTÜ’de felsefe okutuyor.

Yasin Ceylan’ın HDP’nin yüzde 10 oy almasını destekleyen aydınlar ve gazeteciler tarafından hazırlanan yuzdeon.org sitede bir yazısı var. Din ve siyaset konusunda sorduğum soruların “içeriden” yanıtlarını orada buldum:
“Aydın bireylerden oluşan bir demokratik ülkede, din siyasetin konusu değildir. Siyasi partilerin istismar malzemesi de değildir. Bunun tersi oluyorsa o ülkenin insanları henüz aydınlanmamış, demokrasisi henüz gelişmemiştir. (…)

İktidardaki partinin yaklaşan genel seçimlere hazırlanırken Sünni İslam propagandasına tekrar sarılması, iki hususu akla getiriyor. Birincisi, dindara verilen bunca haktan sonra din, iman, Kuran, hadis gibi konuların işlenmesi, bu kavramların istismarından başka bir şey değildir. İyi niyetten yoksundur. İkincisi, 13 yıllık iktidarın gelecek dört yıl için refah, ekonomik gelişme ve yeni özgürlükler konusunda artık bir şey veremeyeceğinin kanıtıdır (…)

İktidar, gelecek dört yıl için hayırlı şeyler yapamayacağı izlenimini verirken, üç iktidar döneminde işlediği büyük günahlardan dolayı bir savunma içine de girdi. Dini bir cemaat görüntüsü vererek, güç elde etmek ve devletin kurumlarına nüfuz etmek için her türlü desiseyi araç olarak kullanan, uzun yıllar birlikte çalıştıkları Paralel yapı ile büyük bir kavgaya tutuştu. Bu kavgada iki tarafın da din adına, iman adına ne türlü kötülükler yapabilecekleri herkese ayan beyan oldu. Siyasi İslam uluslararası alanda çöktüğü gibi, Türkiye’de de çöktü. Allaha, Peygambere, ahirete, Kuran'a, hadise, namaza, oruca inananların, günahta ve kötülükte, dünyaperestlikte, şan şöhret ve zevk sefa düşkünlüğünde, zındıklardan ve mulhidlerden geri kalmadıkları aşikâr oldu. (…)

Osmanlı’dan beri bir Batılılaşma programı vardır. Günümüzde bu program Avrupa Birliği’ne giriş olarak evrildi. Nitekim mevcut iktidarın ilk dört yılında belirli bir mesafe alındı. Ancak sonraları bu süreç durdu. Bunun yerine, bir İslamlaşma planı uygulandı. Olmadık yerde cami inşaatı, Kuran kursları ve ilkokullara kadar inen mescit ve dinsel eğitim müfredatı bunun kanıtı. İlkokul çocuğuna, din hocasının cennet cehennem, günah, ahiret, melek, cin konularını işlediğini düşünün. Sonra bu çocuğun teneffüste, bahçede oynamak yerine, mescide inip namaz kıldığını düşünün. Bu çocuğun psikolojisini düşünün! Bu çocuğun dünya gençliğiyle yarışacak şansı var mıdır? (…)

Yine, Batı değerleriyle uzlaşmadığınızın bir örneği, Gezi olayındaki tavrınız: Hayatını kaybeden, gözü çıkan birçok genç varken, siz camiye ayakkabıyla girmişler diye cami kutsiyetini öne çıkardınız. Hangi fıkıh kitabında can havliyle kaçan kişi camiye ayakkabıyla giremez hükmü var? Sadece saygısızlık amacıyla yapmışsa sorumludur. Hem İslam fıkhında nefsin korunması her türlü kıymetin önünde değil midir? Şunu tüm samimiyetimle ilan ederim ki, bir gencin hayatı ve dünyaya bakan gözü, tüm camilerden daha önemli ve daha kutsaldır. Esas kutsal olan insan hayatıdır, diğer her türlü kutsal bunun altındadır.”

Önceki ve Sonraki Yazılar