Bir münzevinin ardından

"Bırakın sizi başkaları anlatsın" der bir İngiliz atasözü...
Ergüder Yoldaş başından beri "bırakan" insanlardan biri olarak yaşadı ve öldü...
Kişisel nedenlerle alışılmış yaşam biçimine noktayı koymuş, inzivaya çekilmişti.
Ardından yazılan hikâyelerde de bu öne çıkıyor, bir berduş gibi yaşadığı, haksızlığa uğradığı anlatılıyor.
Oysa bir müzik dehasının seçimiydi olup bitenler.
Tanzimat’tan beri tartışılan Doğu-Batı meselesine, müzik cephesinde müthiş bir bakış açısı geliştirmiş, müziğe adım attığı Halikarnas grubundan beri denemişti. Halikarnas ile yaptığı Geçti Dost Kervanı 45'liği bunun ilk ipuçlarını taşıyordu...
Fakat asıl devrim 1981 yılında patlama yapan Sultani Yegâh oldu...
Osmanlı müziğinin Sultani Yegâh gibi karmaşık bir makamını batılı bir bestede var etmek... Atilla İlhan güfteleriyle.
Yaptığı bir sentez değil, Klasik Türk Müziği'ne yeni bir soluk vermekti...
Dokuz yıl önce Aksiyon Dergisi'yle yaptığı röportajda bunu söylüyordu.
"O bir sentez değil, kompozisyonun ta kendisi. Müziğin yazılışında daha nota üzerinde icracıya taşıdığı mesajlar vardır. O mesajların popülaritesi önemlidir." diyordu.
Fakat asıl ustalık eseri Sultanı Yegâh değil hemen ardından çıkardığı Elde Var Hüzün'dü.
60'lı yıllarda Batı müziği ile ilişkiyi ve iç göçü birlikte düşünüyor, bir geçiş müziği olarak Avrupa'nın yanlışlığı diye gördüğü Arabeski göçmenlerin kendi kültürleriyle karşı karşıya gelmesi olarak değerlendiriyordu.
90'larda radyolara, televizyonlara hâkim olan zihniyet tarafından sessiz bir boykota uğradığını anlatıyordu. Bunu yapanların Türk klasik müziğinin yapıtaşlarını bilmediklerin söylüyor, Atilla Özdemiroğlu, Timur Selçuk, Nevit Kodallı, Süheyl Denizci gibi isimleri suçluyordu.
Batının bütün endişesinin kendi kültürsüzlüğü örtmek olduğunu ileri sürüyor, daha 90'lı yıllarda müzik endüstrisini telif hakları üzerinden kar hırsıyla suçluyordu. Benzer bir şey kendi başına da gelmişti, satış rekorlarını alt üst eden Sultani Yegah için prodüktörler "tutmaz" demişti..
"Müzik yurdun gerçeklerini, insanını tanımakla ilgili bir şey" diyordu. Konservatuvar eğitimini, senfoni orkestralarını eleştiriyor "Repertuar seçenler, hiçbir zaman insanları düşünmediler. Kendi eğitimleriyle ilgili olarak geliştirdikleri kavramlarla onlara yaklaşmaya çalıştılar. Ama bu geri tepti. İlgilenen olmadı"  diyordu.
 1991 yılında Büyükada'da inzivaya çekilmesini ise "Piyasa bana iş vermiyordu, tıkanmıştım" diye açıklıyordu. İnsanlara, modern yaşama olan güvenini kaybetmişti ve bir tercih yapmıştı.
Bu dönemde çalışmayı sürdürdü, hala kapağı aralanmamış arşivine 175 senfonik oratoryo ve beş bine yakın parça ekledi.
Şimdi vefasızlık ve berduşluk arasına gidip gelen yorumlara konu olan münzeviliği ise "Bir ayıklanma süreci" olarak tanımlıyordu. 12 yıl boyunca zihninden geçenleri not almış, matematikten felsefeye, tiyatrodan fiziğe kadar pek çok alanda düşünmüştü...
Adada yaşarken kendisini "kurtarmak" için gidip gelenlere, özellikle de gazetecilere gülüyordu.
Hayatının geri kalanını İzmir'de kız kardeşinin yanında, hastalıklarla boğuşarak geçirdi.
Medyadan, ünlü olmaktan, sistemden uzak durmaya devam etti...
Robinson hayatı yaşadığını düşünenlere "Oradakiler (kentliler) öyle düşünürler. Ama ben ne yaptığımı biliyorum. Yaptığım hala algılanmıyorsa kim soyutlanmış oluyor. Ben mi, onlar mı? Toplumun sağlığı bozuk. İletişim yok. Toplum içinde yaşayanlar da birer Robinson Crusoe" diye cevap veriyordu.
Michel Foucault "İnsan kendi deliliğinin keyfiliğini seferber ettiğinde, dünyanın karanlık zorunluluğuyla karşılaşmaktadır; kâbuslarına ve yoksunluk içinde geçirdiği gecelerine tebelleş olan hayvan bizzat kendi doğasıdır, Cehenneminin acımasız gerçeğinin açığa çıkartacak olduğu doğasıdır..." diyor.
Ergüder Yoldaş kimselere görünmeden kendi doğasıyla baş başa kalmayı tercih etti.
Bu dünyadan gelip geçti...

Önceki ve Sonraki Yazılar