Bir saray kumpası…

Sadrazam, bir gölge gibi sessizce içeriye giriveren ve şimdi başı göğsüne eğilmiş, ellerini önünde kavuşturmuş olarak öylece ayakta dikilen “Çavuşlar Emini” Cafer Ağa’ya şaşkınlıkla baktı. Yıllardır yanında olup, kendisine büyük bir bağlılıkla hizmet eden bu adam, ortada çok çok önemli bir mesele yoksa, böyle selamsız sabahsız ve destursuz asla yanına gelmezdi.

Son günlerde görevden alınması, sürgüne gönderilmesi ve hatta öldürülmesi için düşmanlarının koca Osmanlı Sarayı’nda çevirdikleri dolapların, entrikaların ve kurdukları kumpasların ne kadar  yoğunlaştığını iyi bilen, günlerdir bunun sıkıntısıyla yaşayan Sadrazam, usulca sordu:

“Hayrola Cafer Ağa, ölüm kalım meselesi mi?”

Yutkunan, kısa bir süre konuşamayan Cafer Ağa, sonunda kısık bir sesle cevap verdi:

“Evet devletlu Paşa Hazretleri”.

Çavuşlar Emini, sonra da durumu kısaca özetledi. Padişah, “bir mesele konuşmak için” Sadrazam’ın çok acele saraya gelmesini emrediyordu. Sadrazam şaşırdı. Göreve başladığından beri geçen yıllar boyunca hemen her gün, hatta bazen günde iki üç kez saraya çağrılır dururdu. Bunu gayet iyi bilen Cafer Ağa şimdi niye bu kadar ikirciklenip, endişeleniyordu ki?

Cafer Ağa, endişesinin nedenini de yine kısaca anlattı:

“Biliyorsunuz, Sultanımızın hastalığı had kerteye varmıştır. Artık etrafındakileri ve bazen kendini bile bilememektedirler. Dolayısıyla size yapılan bu çağrının bizzat ondan geldiği kuşkuludur. Daha da önemlisi, bu emir bana Kızlarağası tarafından ulaştırılmıştır”…

Kızlarağası’nın adını duyunca Sadrazam irkildi. Saraydaki bu en büyük düşmanının, kendisini öldürtmek için durmadan uğraşan, entrika çeviren, kumpas kuran bu adamın, Sadrazam için hayırlı bir iş yapacağı düşünülemezdi bile. Ortada hain bir tuzak olduğu açıktı…

Biraz sonra da Çavuşlar Emini, kırk yıllık tecrübesiyle vardığı sonucu, adeti olduğu üzere yine kısaca açıkladı:

“Hakikaten ölüm kalım meselesidir. Belli ki bu pis işi sizi saraya davet edip, saray bahçesindeki bir tenhada hemencik bitirecekler. Bundan böyle çok az vaktiniz kalmıştır. Ahali namazda. Ortalık tenha. Kılık değiştirin ve derhal kaçın. İstanbul mahallelerinde kaybolun. Sabaha kadar görünmeyin. Yani tam sekiz saat buhar olup göğe uçun. Bu sekiz saati atlatırsanız, sabah olur olmaz, biz yoldaşlarınız da bir şeyler yapmaya başlarız elbet”…

Cafer Ağa’yı gönderdikten sonra Sadrazam düşünmeye başladı. Ya kendi ayaklarıyla saraya gidecek ve orada daha içeriye bile giremeden, dış bahçe kuytuluklarında yağlı kementlerle kendisini beklemekte olan cellatların elinde can verecek ya da hepi topu sekiz saat ortalıktan kaybolacaktı. Cafer Ağa’nın dediği gibi, “buhar olup göğe uçacaktı”.

Önce, yıllardır uğraşmaktan yorgun düştüğü bütün bu tuzaklardan, kalleşliklerden, hainliklerden, sahtekarlıklardan kıyamete kadar kurtulmak için, saraya gidip cellatlara teslim olmayı geçirdi aklından. Ölür de kurtulurdu artık.

Sonra ölümünü dört gözle beklediğini iyi bildiği, belki de boğdurulması anında bizzat orada bulunacak olan Kızlarağası’nın o çirkin yüzünde mutlaka belirecek olan o kıyıcı gülümseme geldi aklına.

Kararını verdi. Kaybolacaktı. Sekiz saat boyunca buhar olup göğe uçacaktı.

Sadrazamlık binasının arka kapılarından birinden çıkıp, aceleyle konağına koştu. Kavuğunu, kürkünü, kaftanını, silahlarını çıkardı. Konaktaki hizmetlilerden birinin elbiselerini giydi. Eşiyle ve çocuklarıyla vedalaştı. Gizlice dışarıya çıktı. Payitaht’a yaldızlı bir akşam alacası çökmüş, ortalık iyice tenhalaşmış ve sokak kandillerinin ışıkları pırpırlanmaya başlamıştı.

Şimdiden itibaren “sadrazamın sekiz saati” başlıyordu artık…

Yazar Servet Taşdelen’in Aya Kitap yayınlarından çıkan “Sadrazamın Sekiz Saati” adlı kitabını okurken, ben de kafamdan böyle kurgular yapıyorum işte.

Yıllarca kamuda üst düzey deneticilik ve yöneticilik yaptığı için kendisi de devlet çarkının nasıl döndüğünü en iyi bilen kişilerden biri olan Servet Taşdelen, kitabın kapaktaki isminin altına da daha küçük harflerle “bir saray kumpası” diye yazmış.

Kumpaslara yani “hile ve düzenlere” hiç düşmememiz dileğiyle…

Önceki ve Sonraki Yazılar