Bir ümitsizlik bildirgesi olarak siyaset

13 yıllık AKP iktidarı, toplumun temel siyasal hakları ve değişiklik imkanlarını sınırlandırmış bir sürecin adıdır. Bu iktidar, farklı toplumsal kesimlerin taleplerini, düz bir çizgi ve istikamet üzerine çeken, bunun dışına doğru olan her hamleyi söylemde ve kanunda mahkum ederek, siyasal alanının kurucu çerçevesini tahrip etti. Her türlü dönüşüm hamlesini ya başlangıçta kıstırdı ya teknik ve bürokratik bir işleme indirgedi. Böylece devlete yerleşmiş, giderek büyüttüğü kendine hizmet eden kesimler dışında hiçbir siyasal ve sivil alanı fiilen tanımaz hale getirdi, onları toplumsal paylaşımdan, sivil- iktisadi alandan ıskat etmiş oldu. Hatta o hale geldi ki, özel sektördeki yönetici tayinlerinden, sivil toplum kuruluşlarına, özel üniversitelerin rektörlüklerinden gazete yöneticiliğine dek kendisine doğrudan bağlılığı ve ilgisi olmayan alanlardaki tercihleri belirleyerek kendi hükümranlık alanına dahil etti.

Bu daraltılan hareket alanında, sosyal dinamiğini neredeyse, bütün bütüne kaybetmek üzere olan bir toplumsal yapı duruyor, artık. Bu toplumsal yapıdan da çıka çıka, sürekli eksiltilmiş, seyreltilmiş, cılız bir teknokrat siyasetinden başka bir siyasal atmosfer baş vermiyor. Mevcut konumun ötesine geçecek bir düşünce, düş gücü ve program da kurulamıyor. Üstelik, bu seyrek siyaset, toplumun temel parametrelerini tahrip etmiş bir iktidarın işine geliyor. Bu mevziden gelen her çıkışın, her tepkinin, iktidarda çatlaklar açsa da ana gövdesini yeniden yeniden ikmal etmesine aracılık ettiği görülüyor. Haliyle bu düzlemde oluşan en anlamlı çıkış bile, iktidarın yörüngesinde dönen bu makinanın siyasal, askeri, finansal, medyatik dişlileri ile başa çıkamıyor.

Ancak bu bir ümitsizlik bildirisi, bir melankoli fezlekesi değil. Tam tersine baskıcı ve neoliberal bir devlet aygıtına, bu adaletsiz ve toplumsal açıkları arttırıcı politikaları telafi etmek ve sürekli canlı tutmak zorunda olduğu İslami duyarlılıklara dayanmak zorunda kalan iktidara karşı geliştirilmesi gereken geniş siyasal bir katılımcı dil ve siyaset arayışı olarak düşünülmeli.
Buna bir de bölgede yaşanan sarsıcı gelişmelere karşı at gözlükleriyle bakan, gayretkeş ve soyut büyük hamlelerle sürekli yanlış sonuçlar üreten bir dış politikaya eklemlenmek zorunluluğunu da koyarsanız, baskının dozunu ve büyüklüğünü bir kez daha görmüş olursunuz.

Umudun yeniden tahsisi edilmesi için sosyal farklılıklara, bölgesel adaletsizliklere, siyasal ve ekonomik eşitsizliklere, toplumsal kesimlerin birbirlerine karşı ürettikleri sonsuz öfkenin sönümlenmesine olan ihtiyacımız konusunda sanırım herkes hemfikir. Ama bunun nasıl aşılacağı konusunda yeteri kadar yol alamıyor? Bu konuda yazılı, sözel, kültürel birikimlerden ve etik desteklerden mahrumuz henüz. Acı ve gözyaşı ile katmerlenmiş her dönemden sonra içeriksiz bir klişe gibi tekrarlanan birlik beraberlik sözlerini aşarak bizleri yeniden bir araya getirecek şeylerin neler olduğunu, neler olabileceğini, kurucu ve anayasal siyasete imkan veren bir felsefi arka plan oluşturma adına oluşturamazsak, kanunlarla değişim yaptığımızı sanarak şimdiye kadar olduğu gibi patinaj yapa yapa geçirecek bir on yılımızın daha olduğunu zannetmiyorum.

Nicedir seçimlerden seçimlere, merasimlerden merasimlere bir araya gelen, zoraki ve sembolik bir isteksizlik içinde yaşıyoruz, burası kesin.
Bunun en büyük nedeni ise, varlığını sürdürme adına her türlü politik ve totaliter atraksiyonu uygulayan AKP hükümeti, bundan kimsenin şüphesi yok. Ama, bu tespit işimizin ne kadar da çetin olduğunu gösteriyor, öte yandan. Daha iyi bir yaşam adına, toplumsal barış, dağılımda adalet, paylaşımda neoliberal makinanın yarattığı eşitsizlikleri telafi eden mekanizmaları kuramaz isek kurulmuş olan bu tahakküm sürecini kırmayacağımız da aşikar.
Haziran seçiminden sonra AKP’den boşalan oylar, ondan feragat eden seçmen tercihinin muhalefete geçen oyların yeni bir omurga oluşturamamasının asıl nedeni budur. Seçim yenilgisinin, diğerlerinin zaferi haline gelememesindeki hazin çelişkinin de nedeni budur.

AKP siyasalına galebe çalmak üzere geliştiği kabul edilen muhalefetin bir tarafında daha fazla baskıcı ve milliyetçi bir klişe ile iktidara yol veren bir aymazlık duruyor, diğer tarafında ise koalisyon ile oyalanmaya bırakılmış teknik meseleler, sterilize reform programları üzerine çalışan bir rehavet var. Nihayet, Siyasal açılımını kesintiye uğratmak zorunda kalan yaşam-ölüm ikileminde bir atmosfere icbar edilmiş itilmiş diğer siyasal aktörle de tablo tamamlanmış okuyor. Buradan yeni ve kurucu bir siyaset imkanı veya ihtimali çıkması imkanı var mıdır? Bu ortamda ne kazanılacak ne kaybedilecek hiç bir şey olmadan geçirilecek yıllar, kaçırılmış fırsatlar ve yitirilmiş kuşaklar kalacaktır.

Çünkü, “Demokrasi kazanılacak ve kaybedilecek şeylerin olması koşuluyla bir tartışmadır" ve gene “Demokrasi yöneticilerini seçmek için değil sadece, üstelik aynı anda bir çoğunluk ve çoğunluğa saygı gösteren bir azınlık oluşturmak" için de tartışır. Zira söz konusu olan herhangi bir kimseyi seçmek değil, belli seçenekler arasında karara varmaktır (Demokrasi’nin Ötesinde Gilles Dauve - Karl Nesiç Sek Yayınları sf. 729) Siyasal alan üzerine konumlanan her türlü toplumsal çıkış tam da bu seçenekler üzerinden bir karara varma arzusu ile yanıp tutuşmadığı sürece, Sisifus’un kayası gibi her tökezlediğimize bizi en başa götürecek. Öyle görünüyor ki 7 Haziran seçimleri bu seçenekler üzerinden yürüme, bugün yitirilmiş bir fırsata döndüğünden beri, Erdoğan’ın bir açmazı dayatarak sürüklediği bu ikinci seçim tamamen kişiler üzerinde tercihlerin yapıldığı içeriksiz içi boşaltılmış bir siyasal kampanya üzerinden cereyan eden, süpermarket bir seçim, bir eksiltilmiş seçim olacaktır.

Oysa, Toplum tam da bu geri çekildiği yerden kendisini yeniden tanımlamak üzere yeniden bir araya gelmenin gerekçesini üretmek zorunda, bunun Anayasa değişiklikleri gibi inandırıcı olmayan soyut metaforlar üzerinde konumlamak bu ciddi meydan okumaktan kaçmaktır ve AKP iktidarının ipine un serecektir.
Yeni Toplumsal Ufuk: ekonomik ve sosyal reformlarla yetinilmeyecek kadar temelli ve yapısal sorunlar üzerinde, sistemin getirdiği bütün riskleri bertaraf ederken politik tercihler kullanabilmeli. Barış Süreci ve Kürt sorunun çözümünde bir iki kanun maddesine sığdırılan yuvarlak ve taktiksel manzumelerden öte bir uzlaşma adına cesaret verici olmalı. Ülkemizin dünyadaki yerini yukarılara taşımak için bir vesile ama her şeyden önemlisi insanımıza refahın hakça ve adil bir şekilde dağıtma zorunluluğu olan bir devlet inşası üzerine çalışmalıdır.
Gerisi laf-u güzaf…

Önceki ve Sonraki Yazılar