Bitmeyen Senfoni (Kıdem tazminatı fonu)

Merhaba Sayın okuyucularımız,

Geçtiğimiz hafta, bir müddettir raflarda olan Kıdem tazminatı konusu Çalışma Bakanı ve Başbakanın açıklamaları ile yine ülke gündemine oturuverdi. Bakan Çelik “ mevcut kıdem tazminatı uygulamasının sürdürülebilir olmaktan çıktığını belirterek, tüm çalışanlar için önemli olacak bu adımı seçimlere kadar çözmeye çalışacaklarını” ifade etti.

İş kanunun da değişiklik yapılan 2003 yılından bu yana, yani 12 yıldır çıkartılması beklenen ve bir türlü çıkartılamayan kıdem tazminatı fon yasası aslında pek çok insanımızı yakından ilgilendiriyor. Gerçekten de ülkemizde 2014 verilerine göre 11,5 – 12 milyon civarında sigortalı işçi olduğunu düşünürsek (kayıt dışı çalıştırılanlar hariç) hak sahiplerinin aileleri ile birlikte konunun nüfusumuzun neredeyse yarısı ile ilgili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Konunun hassasiyeti nereden geliyor?

Aslında konunun can alıcı yanı sadece sayısal bakımdan toplumun önemli bir kesimini ilgilendirmekle sınırlı değil elbette ki. Kıdem tazminatı ülkemiz emek kesimi bakımından son derece önemsenen son derece köklü bir müessedir.

Kıdem tazminatı ilk kez 1936 yılında çıkartılan 3008 sayılı İş kanunundan beri yani neredeyse 80 yıldır çalışma hayatımızda var olan bir olgudur. Bu tazminatın çalışanlar bakımından bu denli önemli olmasının en önde gelen sebepleri; ülkemizde uzun yıllar iş güvencesi ve işsizlik sigortası gibi işçiyi işsiz kaldığında koruyacak yasaların olmamasıdır.

İşsizlik sigortası ve İş güvencesi yasası kıdem tazminatının yerini tutar mı?

İşverenler kendi üzerlerinde bir yük olarak gördükleri kıdem tazminatının fona dönüştürülmesi ya da kaldırılmasını talep ederken öne sürdükleri en önemli argümanları artık ülkemizde iş güvencesi yasasının olması ve işsizlik ödeneğinin de getirilmiş olmasıdır. Yani bir başka deyişle eskiden olmayan bu iki yasa artık var olduğundan işçinin de artık kıdem tazminatına gereksinimi kalmamıştır.

Pekiyi ama gerçekten de bu iki yasa ile işçinin kıdem tazminatına gereksinimi kalmamış mıdır?

Bilindiği üzere İşsizlik sigortası kanunu 2000 yılında çıkarılmış, ilk işsizlik ödeneği 2002 yılında ödenmeye başlanmıştır. İş güvencesi yasası ise 2003 yılında hayata geçirilmiştir. Ancak sınırlı bir süreyle ve tutarla ödenen işsizlik ödeneği, yararlanma koşullarının da ağırlığı sebebiyle yasa çıktığından beri sürekli eleştirilmektedir. Fondan yararlanabilmek için işçinin işini kendi kusuru dışında bir sebeple kaybetmesi ve işten çıkarıldığı tarihten geriye dönük olarak son 3 yıl içinde son 120 günü kesintisiz olmak üzere en az 600 gün prim ödemiş olmak zorunluluğu vardır. Bu koşulları yerine getiren işçiye ise işsiz kaldığında ödenecek en yüksek işsizlik ödeneği yürürlükte olan asgari ücretin %80’i kadardır. Yani bu gün itibarı ile bir işsizin alabileceği işsizlik ödeneği en az 480 TL. en çok 901.60 TL. dir. 

Bu ağır ve yetersiz koşullar yüzünden (2014 verilerine göre) 12.5 yılda 5 milyon işsize 7.1 milyar TL ödendi. Fonda halen 78.3 milyar TL var. Yani paranın 10’da biri işsizlere ödenmiştir. ( fonda halen 80 Milyar civarında para bulunmaktadır) Bu konuda halen hükümet tarafından fondan yararlanma koşullarının yumuşatılmasına yönelik çalışmalar yapıldığı belirtilmektedir.

Diğer taraftan İş güvencesi yasasına baktığımızda bu yasanın öncelikle çalışanların tamamını kapsamadığını hemen belirtmeliyiz. Çünkü yasa sadece İş kanununu ve Basın İş kanununda çalışanları kapsamaktadır. Ayrıca bu yasadan yararlanabilecekler en az otuz ve daha fazla işçinin çalıştığı işyerlerinde çalışanlardır. Yani ülkemizde 0-9 çalışanı olup mikro olarak adlandırılan işletmelerde çalışan yaklaşık 4 milyon işçi bu yasanın kapsamında değildir. İşverenler bunları istedikleri anda gerekçe göstermeksizin işten çıkarabilmektedirler.

Bir başka hususta iş güvencesi yasası gereği zaten mutlak bir iş güvencesinin söz konusu olmadığıdır. İşverenler ekonomik veya işçiden kaynaklanan geçerli sebepler göstererek işçiyi tazminat ödemek suretiyle her zaman işten çıkarabilmekte hatta iş güvencesi yasası kapsamında işe iade davasını kazanan bir işçiyi dahi daha fazla tazminat ödeyerek işe geri almaktan kaçınabilmektedir.

Bu açıklamalarımızdan açıkça anlaşılabileceği gibi çalışma hayatımıza son 10 yılda giren bu iki yasa 80 yıllık neredeyse cumhuriyetle yaşıt kıdem tazminatının yerini tutmaktan uzaktır. İşçiler kıdem tazminatını yıllardan beri bir iş güvencesi, işten atılmamak için bir teminat hatta emekli ikramiyesi gibi görmektedirler. Doğal olarak da 80 yıldır var olan bu kazanımlarını kaybetmek istememektedirler.

Fon gelirse ne olacak?

Kıdem tazminatı fonu gelirse çalışanlar şu anda olduğu gibi işten geçerli sebeple çıkarıldıklarında, haklı sebeple işten ayrıldıklarında, askere giderken, evlendiklerinde (kadın işçi), emeklilik prim günü ve süresini doldurup yaşı beklemek için işten ayrıldıklarında kıdem tazminatı alamayacaklar. Sadece emekli olduklarında kendilerine fonda biriken kıdem tazminatları ödenecek. Bu arada emekli olmadan vefat edenlerin kıdemleri yasal varislerine ödenecek. Ayrıca fonda en az 10 yıl kalanların ev sahibi olmak istediklerinde kendilerine kısmi ödeme yapılacak.

Tabi bu arada şunu da belirtmeliyiz ki fonun oluşturulacağının açıklandığı 2003 yılından bu yana bu fonla ilgili o kadar farklı yasa taslakları uçuştu ki havada aslında yasa çıkıp da önümüze gelmeden fonun nasıl uygulanacağı ve çalışanların kayıplarının olup olmayacağını bilmek gerçekten mümkün değil. Örneğin en son fonda biriken kıdemlerin emekli olan işçiye şimdi olduğu gibi her yıl için 30 gün tutarında değil bunun yarısı kadar ödeneceği ve işçinin ciddi bir kaybının olacağı yazılıp konuşuldu.

Dolayısı ile her seferinde sosyal kesimlerle mutabakat aradıkları için yasanın bir türlü çıkartılmadığını belirten hükümetin açık ve net bir biçimde nasıl bir kıdem tazminatı fonu yasası getirmek istediklerini ortaya koymalarını bekliyoruz.

Çalışanların fonlara güvenleri yok  

Kıdem tazminatı yasasının mevcut durumu ile istifa edenlerin, iş değiştirenlerin, çocuk bakmak için iş hayatına ara verenlerin kıdemlerini alamadan işten ayrıldıkları ve fon gelirse işçinin eline bir kerede toplu bir para geçeceği gerçekten de göze ve kulağa hoş gelen bir gerçek. Ancak ülkemizin yakın geçmişinde yaşanılan acı fon deneyimleri çalışan kesimi bu konuda ciddi biçimde kaygılandırıyor. Bunun en somut örnekleri de Turgut Özal döneminde kaynak oluşturmak için icat edilen ve vatandaşı zorla Tasarrufa teşvik eden yasa ile çalışan herkesi konut sahibi yapacağı iddiasıyla ortaya atılan Konut edindirme yasalarıdır. Hatırlanabileceği gibi bu fonlar için tüm çalışanların ücretlerinden yıllarca kesilen ve çok ciddi rakamlara ulaşan tutarlar daha sonra ucuz kredi olarak yağmalanmış, bırakın insanların tasarruf ve ev sahibi olmalarını kendi ücretlerinden kesilen bu paraları geri alabilmek bile pek çok kişi bakımından mümkün olmamıştı.

Keza şu anda 80 Milyarlık dev bir fon olan İşsizlik sigortası fonuna hükümetçe hiçbir şekilde dokunulmayacağı vaat edildiği halde GAP projesine buradan kaynak aktarıldığı herkesçe biliniyor. Ayrıca 6111 sayılı torba yasa ile hükümete bu fondan belirli bir ölçüde yararlanma konusunda ayrıca bir yetki verilmişti. İştah kabartan bu fonun başına daha neler gelebileceğini hiç birimiz bilemiyoruz.

İşte geçmişte tüm bu yaşanılanlar çerçevesinde yarın Kıdem tazminatı fonu oluştuğunda ( ki bu fonda işçi ve işveren kesintileriyle işsizlik fonundan farksız bir biçimde kısa sürede çok büyüyecektir) aklımıza takılan soruları sıralayalım.

Bu fonda geçmişteki fonlar gibi yağmalanır mı?

Aracı kurumlar da devrede olacağına göre olumsuzluklara karşı Fon devlet güvencesinde olacak mı?

Fon yasası işçinin aleyhinde (şimdiki sistemden daha düşük) ödeme sistemleri içeriyor mu?

Yasa çıkmadan önceki (birikmiş) kıdemlerin durumu ne olacak?

Ülkede pek çok çalışan asgari ücret almadıkları halde asgari ücretten sigortalı gösteriliyor. Bu durumda kıdemleri de bu tutardan ödenecek. Buna karşı ne önlem düşünülüyor?
Bu soruları arttırabilmek mümkündür ancak konu ne kadar geniş kapsamlı olsa da yer sınırımız var. Özetle sürekli ötelenen ve 12 yıldır sonuçlanmayan ve yazımızın başlığına koyduğumuz gibi adeta bitmeyen senfoniye dönüşen bu konunun çalışanların hak kaybına uğramayacakları bir şekilde sonuçlandırılması gerekmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar