Bizim Ulusumuz

Temmuz Ulus'u hatırlatır bir tarafıyla. Her 12 Temmuz hüzünlüdür benim için. Onu kaybedeli 8 yıl olmuş.

Ulus Baker bu topraklarda yetişmiş en özgün simalardan biriydi. Neredeyse bir Ankara efsanesiydi.

Felsefeden, siyasete ve sosyolojiye uzanan müthiş birikimiyle değil sadece; derviş yaşantısı, kirli kazağı, kırık gözlükleri ve şehla bakışlarıyla da bir başkaydı. Bir parça ekmekle günler geçiren bir tamahkarlık anıtıydı. Ankara öğrenci barlarının, iki çekyatlı, çorap kokulu bekar evlerinin her an konuğu olabilecek ODTÜ'lü hocasıydı...

Uzun ama uzun yıllara yayılan, bitmeyen doktora macerası bir söylence olarak dolaşırdı. Merakla bekletirdi bizleri.

Ankaralı olup, mürekkeple haşır neşir her kitap kurdunun ansızın bir köşede rastlaşabileceği, iki bira şişesiyle saatlerce muhabbet edebileceği biriydi.

Teklifsiz bir dostluk anıtı. Marksizmden sinemaya oradan Spinoza'ya sıçrayarak saatlerce konuşabileceğiniz bir Konur Sokak dervişi.

Ankara'nın, Engürü'nün Mülkiyeliler'in her masasına yayılan ayrılıkların, fraksiyon tartışmalarının üstündeydi. Herkesi birleştiren bir Ulus'tu... Ben de 5-6 kez onunla oturup muhabbet etme şansına sahip oldum; Ankara'nın yüzeyi eprimiş masalarında.

En son Kadıköy'de yapılan 1 Mayıs kutlamasında, ağaçların altına sinmiş tek başına sigara tüttüren hali kalmış hatıramda. Bir de unutamadığım eprimiş kazağı.

Ondan çok şey öğrendik. 1990'ların postmodern saldırısıyla, Marksizm itibarsızlaştırılmaya çalışılırken, Ulus, Tarde, Spinoza ve Deleuze üzerinden Anarşizmle zenginleştirilmiş yeni pencereler açıyordu bizlere.

İstisnasız bugün sinemadan resime uzanan bir görsel kültür ilgisi varsa, bunu Ulus'a borçluyuz.

ODTÜ Görsel-İşitsel Sistemler Araştırma ve Üretim Merkezi'nde 1998 yılında verdiği seminerler bugün hala web üzerinden insanları etkilemeyi sürdürüyor.

İçinde yer aldığı Birikim tayfasından farklıydı Ulus.

Birikim çevresi daha sonra AKP'ye payanda olacak sol liberal mayayı pişirirken, sadece Ulus yakın gelirdi bizlere. Hatta kızardık hafif sitemkar. O çevrede ne işi var diye...

Ankara'da bir gün sormuştum sekterce: Neden senden bir eleştiri okuyamadık diye...

Bir serzenişti belki; ama gerçek bir beklentiydi. Onun o müthiş kaleminden gelebilecek bir sol liberalizm eleştirisi ne kadar yakıcı ve yıkıcı olacaktı oysa...

Yıllarca dipnotlayabileceğimiz bir kaynak metin olacaktı belki.

Daha sonra Radikal ve Taraf gazetesi çevresinde karşımıza çıkacak arsız saldırıya ne güzel siper olacaktı o dipnotlar....

Ama gelmedi! Olsun dedik...

Ulus daha sonra nasıl olduysa, Ankara'nın kendi dağınıklığı için bir fanus olan sokaklarından, barlarından, ona hayran öğrencilerinden kopup İstanbul'a geliverdi.

Üstelik de o yıllarda Türkiye sol liberalizminin kalesi olan Bilgi Üniversitesi'ne gelmişti.

Bir dönem ben de ders verdiğim için camiayı yakından tanıyor ve tedirgin oluyordum Ulus için.

Onun gibi biri için İstanbul canavar bir kentti. Her an misafir olabileceği öğrenci evleri yoktu burada. Sarhoş olduğunda taşıyabileceği Ankaralı öğrenciler de...

Bir iki kere Kadıköy Son Gemi'de karşılaştım. Ankara'ya en çok benzeyen İstanbul'daki kalemizde.

Şairi bol Arif Damarlı Son Gemi...

Elbette başka şeyler de duyuyordum onu çok yakından tanıyan ortak dostlardan. Ankara'ya benzemeyen İstanbul'da yaşadığı zorluklardan...

Gecenin bir vakti açılmayan telefonlardan falan... Sokakta kaldığı bir geceden falan...

Şimdi Ulus Baker miti yaratmaya çalışan bütün o sol liberal tayfa ve kültür endüstrisi profesyonellerinin ağlaşmalarını duyunca aklıma bunlar geliyor işte.

Hiç bakmadığı, özen göstermediği ve de iplemediği bedeni daha fazla dayanamadı.

Ulus'u bir İstanbul gününde yitiriverdik genç yaşta... Daha yazacağı anlatacağı çok şey vardı.

Ama onlarca çeviride kitaplarında ve konferans kayıtlarında yaşamaya devam ediyor hala... Yaşayacak da!

Eminim ondan beklediğimiz eleştiriler, bir gün onu okuyanlar tarafından fazlasıyla yazılacaktır.

Aslında o bizim Ulusumuzdu...

Anısına saygıyla.

Önceki ve Sonraki Yazılar