Bu millet mazoşist mi?

Bu soru geçen gün AKP Milletvekili olan bir zatı TV'de dinlerken aklıma geldi. İsmini hatırlamadığım bu kişi, geçtiğimiz hafta içerisinde, başta Hollanda ve Almanya olmak üzere, bazı Avrupa ülkeleri ile yaşadığımız diplomatik ve siyasal gerginlikleri kastederek, ''İyi de oldu diyebiliriz. Hâttâ onlara bir teşekkür bile borçluyuzdur. Zira bu sayede ''evet'' oyları iki puan arttı.'' dedi. Benim de aklıma başlıktaki soru geldi. ''Bu millet mazoşist midir, nedir?''

Mazoşizm sözlüklerde, ''aşağılanmaktan, kendine eziyet edilmesinden, ruhsal veya fiziksel acı verilmesinden hoşlanan kimse'' diye tanımlanıyor.

Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, geçen hafta yaşadıklarımız bana derin bir kaygı ve üzüntü verdi. Vatandaşı olduğum ülkenin Dışişleri Bakanının uçağına, başka bir devletin kendi topraklarına iniş izni vermemesi; Konuşma yapmayı planladığı salonun, hâttâ kalacağı otelin rezervasyonunun bile iptal edilmesi, bir birey olarak derinden yaraladı. Bunun üstüne, bir başka Bakanın polislerce durdurulup ''deport'' edilmesi de tüy dikti.

Bunu protesto edenlere atlı, köpekli, coplu polislerin orantısız bir güçle saldırmasını ''vak'ay-i adiye”den sayıyorum. Zira bizim vatandaşımız, en ufak bir gösteride, ülkemiz polisinin copla, bibergazı ile TOMA'ların tazyikli suları ile kendisini karşılayıp dağıtmasına alışıktır. Bu durumda olsa olsa o devasa atların ve azgın köpeklerin önünden nasıl kaçacaklarını bilememişlerdir.

Rahmetli Kemal Sunal'ın bir filminde, zengin Mafya babası, Sunal'ın canlandırdığı Şaban'ı işe alıyor, daraldıkça ''Şaban oğlum döv beni'' diye göreve çağırıyordu. Şaban'dan silleyi tokadı yedikçe de ''ohh eline sağlık'' diyordu. Mazoşizm işte öyle bir şey.

Avrupalı Türkler, Alman, Hollandalı, Avusturyalı, Fransız yöneticileri tarafından böyle aşağılanıp, darbe yedikçe, kendilerini bu duruma düşüren Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerine neden ''evet''leri ile güç versinler, arka çıksınlar? Bunu benim aklım almaz.

Mevlüt Bey, ''gelme'' denilen yere ''gideceğim'' diye tutturuyorsa; Tayyip Bey, ''Oraya gelirim, dünyayı ayağa kaldırırım'' deyip, sonra kendisi gitmeyip, kendi deyişi ile ''Kızı gibi büyüttüğü'' Bakanını, sınırdan gizlice geçen mülteciler gibi gözlerden kaçırarak bir başka ülkeye gönderirse; Türkiye Cumhuriyetinin ve onun vatandaşlarının onurunun nasıl kırılacağını hiç düşünmezse, Türkler için kendisini bu duruma düşürenlere ''evet'' diyerek destek olmak, bu durumdan mazoşistçe bir zevk almak olmuyor mu?

Türkler ne zamandan beri, kendilerini böyle zayıf, böyle aciz düşürenlere minnettar olmaya başladılar?

İkinci dünya savaşında, Atatürk Türkiye'sinin ay-yıldızlı pasaportu ile göğsünü gere gere dünyayı gezen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, şimdi pasaportlarını kıytırık bir sınır polisine gösterirken, arkalarında saygın bir devletin bulunmadığını bilerek titreyen zavallılara dönüşmemek için artık, başkaldırıp ''hayır'' diyeceklerdir.

Buna gönülden inanıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar