Burgaz’da var bir Sait Faik

Güneş Marmara’ya doğru devrilmeye başlamış. Ufuk çizgisini bürüyen pusların arasından uzaklardaki Samanlı Dağları’nın yumuşak eğimli silueti beliriyor. Biraz önümde son yangından arta kalmış boynu bükük çamlar. Yol kenarında muhteşem bir sarılık içindeki katırtırnakları, dumanlı yeşil yaprakları ile kocayemiş çalılıkları…

Dönüp aşağıya bakıyorum. Bir tül perdesinin ardında, kireçle yapılmış beyazlıkları kirlenmiş yoksul gecekondular. Faytonların yorgun atları. Soluk kırmızı bir plastik top peşinde koşan çocuklar. Çamların gölgesine uzanmış kimliksiz sokak köpekleri. 40 dakikalık bir tırmanıştan sonra vardığım Hristo Tepesi’nden, aşağıdaki vapur iskelesi küçücük görünüyor. Ağaçların arasından kıvrılarak aşağıya inen toprak yolu izleyip, Kalpazankaya’ya doğru yürüyorum.

Her iki yanı eski köşklerle süslü Gönüllü Sokak. Cennet Bahçesi, Aya Yorgi Kilisesi, artık içinde sadece eski anıların dolaştığı terk edilmiş Dimitrokopulo köşkü ve minyatür çizgili, öğretmen evi. Gururlarından hiçbir şey kaybetmemiş sokak kedileri. Başımın üstünde çığlık çığlığa uçuşan martılar, denizi öperek geçen kırlangıçlar. Eski köşklerin cihannümalarını mekan tutmuş kumrular, iyiden iyiye “adalı” olmuş serçeler…

“Şimdi Sevişme Vakti” diye düşünüyorum. “Havada Bulut” var ve ben çok eski bir “Sarnıç”ın önünden geçiyorum. Burgazada’dayım ve Burgaz’da da bir Sait Faik var…

Türk hikayeciliğinin yüz akı Sait Faik Abasıyanık’ı bir kez daha anmak için Burgazada’da öylece dolaşıyorum. Derken, iflah olmaz hayalciliğim beni yine yakalıyor ve hayallerimde Sait Faik’le birlikte küçük bir gezintiye çıkıveriyorum. Akasya, erik, zeytin ve kestane ağaçlarının arasından geçip, Burgaz Çayırı Sokak, 15 numaradaki eve giriyorum. Burası Sait Faik'in 1939'dan 1954'de ölümüne dek yaşadığı yer. Şimdi müze haline getirilmiş olan evde, “hikayeciliğimizi edebiyatçıların elinden kurtarmak için dünyaya gelmiş olan” Sait Faik’in mektupları, günlükleri, kitapları ve kişisel eşyaları sergileniyor.

“Alemdağ’da Var Bir Yılan” kitabını okuduktan sonra meftunu olduğum,  sonra da Semaver, Sarnıç, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Havada Bulut, Kumpanya, Havuz Başı, Son Kuşlar, Az Şekerli, Medar-ı Maişet Motoru, Kayıp Aranıyor,  Şimdi Sevişme Vakti, Tüneldeki Çocuk, Mahkeme Kapısı, Balıkçının Ölümü, Açık Hava Oteli, Müthiş Bir Tren ve Sevgiliye Mektup gibi bütün eserlerini döne döne okuduğum yazara sormak istediğim pek çok şey var kuşkusuz.

Söz gelimi, Kirazlı Mescitteki medreseye ne zaman gitti? Papaz Efendi hikâyesinde eski bir kilisenin tasviri var, bu kilise gerçekten de evinin karşısında mıydı? Aynı hikâyenin kahramanı olan “Papaz efendi” yaşamış mıydı?  Edebiyat dünyasında can arkadaşları, dostları var mıydı, yoksa hikayelerinde anlattığı gibi yapayalnız bir adam mıydı? Çehov’un Vanya Dayı’sını o kadar çok beğenmesinin özel bir nedeni var mıydı? O yıllarda bütün Burgazlıların konuştuğu o aşık olduğu Rum kızı kimdi? İsmi Aleksandra mıydı? Havada Bulut kitabında anlattığı Yorgiya, aslında o aşık olduğu Aleksandra mıydı? Şişli’deki evine aldığı yoksul kızla gerçekten nişanlanmış mıydı? Ömrünün son günlerinde aşık olduğu kadının adı neydi?..

Ben sadece bütün bunların edebiyatını etkileyip etkilemediğini merak ettiğim için sormayı düşündüğümü, yoksa özel hayatına karışmak gibi bir saygısızlığı asla yapmayacağımı söylemeye hazırlanırken, bir de bakıyorum ki, Sait Faik bilinmeyen bir yerlere doğru incecik bir duman halinde süzülüp yavaşça kayboluyor. Ağzında yine o yarısı içilmiş sigara ve yüzünde yine o mahzun gülümseme.

Büyük İskender’in generallerinden Antigones buraya uğradığı için en eski adı Antigon olan Burgazada’daki misafirliğim sona eriyor. Kumların gerçekten bir martı şeklinde büküldüğü Martı Koyu ile Medeni Bey Koyu’ndan geçip, iskeleye doğru yürüyorum.

Yanı başımdan faytonlar geçiyor. Ansızın görüyorum ki, faytonlardan birine Sait Faik kurulmuş.

Yavaşça bana dönüp, “Öyle Bir Hikaye” işte diyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar