Bütün mesele HDP'nin yüzde 13'ü

“Çözüm süreci" hem sözcük olarak yeniydi hem de uygulamaya yeni geçilmişti. Amaç ve söylem güzeldi. Sorun, bu süreci uygulayacak tarafların bağımsız olmamalarıydı.

Hükûmet dış dünyaya hoş görünmek adına insanın insan olmasından gelen haklarını sanki lütfediyormuşcasına büyük reklam ve mitinglerle sunuyor, birbiri ardına hukuki düzenlemeler yapıyor; yüreklerinden inanmadıkları yüzlerinden belli, zoraki tebessümlerle halaylara katılıyorlardı.

Hepsi değilse de çoğunluğu Ankara'nın ötesine geçmemiş insanlarlardan oluşan "akil insanlar topluluğu" kurup  kumpanya misali turneye çıkarmışlardı.

Bu insanlar Türk kamuoyunu "kürtleri sevin" diye ikna edecekti.

Oysa halkların bir sorunu yoktu ve hiç olmamıştı.

İşin garibi bu "kürtleri sevin" heyetine sanki başka bir dünyadan gelmişler gibi kürt siyasileri de destek veriyordu.

Olmayan bir ayrım yaratılmıştı.

Heyet bazı yerlerde taşlandı ve yuhalandı. Kamuoyu günlerce meşgul edildi.

Hükûmet bir adım daha atarak bankaların ve kamu kuruluşlarının başındaki TC harflerini bile kaldırttı.

Buldukları slogan da güzeldi: "Analar ağlamasın".

O güne kadar niye ağladığını ve çocuklarının niye öldüğünü bilmeyen analar bile devreye sokuldu.

"Biz yandık, siz yanmayın" türü mesajlar verdirtildi.

Hiçbir zaman susmayan ama sesleri daha az duyulan silahların sesi duyulmasın diye yazılı ve görsel basında şehit  ve gazi haberleri yasaklandı.

Dönemin başbakanı RTE'ye hoş görünsün diye bazı yalaka milletvekilleri "aslında Türk diye bir kavram da yok" türü mesajlar verdiler.

Meydanlarda Kürtçe selamlaşmalar moda oldu. TV dizileri kürtlerin yaşamlarını konu almaya başladı.

İşte o günlerde gelen bir telefon beni vurgun yemişe döndürdü.

Telefondaki ses, bir gaziden geliyordu.

"Tamam bizi haber yapın demiyoruz ama unutmayın. Bir kolumu ve iki bacağımı kaybettim bu savaşta, hiç olmazsa gelin bir hatırımızı sorun"
diyordu.

Davet ettiği yer bir rehabilitasyon merkeziydi. Sesi titriyordu.

"Bize emir verdiler gittik öldük, öldürdük, sakat kaldık; şimdi bu savaşa biz karar vermişiz gibi neredeyse suçlu ilan edildik. Bizimle ölüme yürüyen komutanlarımız görevden alınıp yargılanıyor. Neler oluyor Talip Abi ?"
diye sorduğunda sesiz kaldım. Boğazım düğümlendi.

"Bu senin savaşın değildi ki" diyemedim.
 
Diyemedim; çünkü o günlerde kendisi gibi serzenişte bulunan bir gaziyi başbakan "istismar etmekle" suçluyordu. "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" gibi ipe sapa gelmez demeçler veriliyordu.

Sonra keser döndü sap döndü "analar ölmesin" diye yola çıkıp propaganda yaparak kürt oylarını toplayanlar 2015, 7 Haziran seçimlerinde tek başlarına iktidar olamadı.

Daha da vahimi HDP başta seçim barajı olmak üzere tüm engelleri aşıp yüzde 13’le seçimin tek galibi olunca büyü bozuldu. Maskeler düştü.

"Nasıl olur da RTE vermeden birileri halktan destek alarak var olabilirdi?"


Bütün bunların ötesinde egemene cumhurbaşkanlığı yetmemişti, kendisi “başkan” olmak istiyordu ve bu isteği, HDP yüzünden gerçekleşmemişti.

Bu "nankörlük!" cezalandırılmalıydı.

Ve yeni bir süreç başladı. Birden bire her zaman olduğu gibi u dönüşle başa dönüldü.

İşte yaşadığımız budur.

Yani HDP bu kadar oy almasaydı bizim çocuklarımızın cenazeleri yine birbiri ardına gelmeyecek ve "bu çocukların hepsi bizim" söylemi devam edecekti.

Önceki ve Sonraki Yazılar