
Ümmetçiliğin karşısına Yurtseverlikle çıkmak
Yaşananlara bakarak 1923’ten sonraki en büyük tarihsel dönemeçte olduğumuzu söyleyebilir miyiz?
Soruyu “evet” diye yanıtlamak mümkün görünüyor. Saltanattan cumhuriyete, imparatorluktan ulus-devlete doğru yapılan yürüyüşün ardından, şimdi “yeni” bir noktadayız.
Cumhuriyetin siyasal rejimi parlamentarizm, devlet biçimi ise üniter devlet olarak benimsenmişti; yurttaşlık anlayışı “tekçi” ve dış politika anlayışı ise maceradan uzak, “bağımsızlıkçı” bir çerçeveye yerleştirilmişti.
Geldiğimiz noktada, parlamenter sistemin yerine başkanlık sisteminin ikame edilmek istendiğini, ulus-devlet yerine Irak ve Suriye’nin bir bölümünün de dâhil olduğu gevşek bir federasyonunun kurgulandığını, tekçi yurttaşlık anlayışı yerine, ümmet esasına dayalı, din kardeşliğiyle belirlenen bir yurttaşlık anlayışının gündeme getirildiğini ve dış politikada da emperyal/yayılmacı bir eğilimin güç kazanmaya başladığını görebiliyoruz.
Bunlar bilinen anlamıyla cumhuriyet rejiminin sonuna gelindiğinin işaretleridir. Cumhuriyet, dinselleşmenin, sol korkusunun, emekten, akıldan ve bilimden uzak olmanın bedelini çökerek ödemiş, kendi sonunu hazırlamıştır.
Peki yeni bir döneme, büyük dönüşümlere gebe bir sürece girilirken nasıl bir tutum içerisinde olunmalıdır?
Önümüzdeki süreçte siyasetin merkezinde üç temel tartışma yer alacak: Yurttaşlık, başkanlık sistemi ve dış politika. Muhalif güçlerin bu üç tartışmaya da müdahil olmaları, topluma kendi tutumlarını doğru bir şekilde anlatmaları gerekmektedir. Bu yazıda bu tartışmaların sadece “yurttaşlık” kısmına değineceğim.
Öncelikle, kendisine cumhuriyetçi ya da Kemalist diyenler bilmelidirler ki, 1920’lerin, 30’ların söylemleriyle Cumhuriyet’i savunmak ve gericiliğin karşısına çıkmak 2000’ler Türkiye’sinde mümkün değildir.
Yurttaşlık meselesini artık “bu ülkede yaşayan herkes Türk’tür” diyerek tartışamayız, bu bilimsel olmadığı gibi, hakkaniyete de sığmaz.
Bu ülkede Türklerle birlikte, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Ermeniler ve Rumlar da yaşamaktadır ve onlara “siz Türksünüz” demenin kimseye bir faydası yoktur. Hepimizi birleştiren şey, ortak vatanda bir arada yaşamaya dair duyduğumuz arzudur; bu arzu ise milliyetçilikten farklı olarak dışlayıcı, ötekileştirici değildir ve gerçek yurtseverliktir.
Gerçek yurtseverler, etnik kimliklerin belirlediği bir yurttaşlık anlayışını değil, ortak vatanda eşit haklara sahip bireylerin, özgürce bir arada yaşamalarını savunurlar.
Her etnik kimliğin kendi dilini, kültürünü var edebildiği ama aynı zamanda bu kimliği aşacak şekilde kendisini ötekilerle bir arada yaşatacak ortak değerleri benimsediği bir toplum modeli… Doğru olan budur.
Ayrıca yurttaşlık, sadece insanların diliyle, kültürüyle vs. alakalı değildir; aynı zamanda sınıfsal bir sorundur da.
Yani her yurttaşın iş hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, barınma hakkı, sosyal güvenlik hakkı vardır ve sosyal devlet bunları piyasaya bırakmaksızın yurttaşlara ulaştırmak zorundadır. Demek ki yurttaşlığın bir de ekonomik boyutu bulunmaktadır ve yurttaşlık tartışmalarındaki ilerici tavır bu ekonomik boyutu ön plana çıkarmaktır.
İktidarın Kürt sorununu Osmanlı modeliyle/din kardeşliğiyle çözmek isteyen ümmetçi gericiliğinin karşısına, başka bir gericilikle, milliyetçi gericilikle çıkmak çok büyük bir hata olacak, ülkenin bölünmesini engellemeye değil, bilakis bölünmesine hizmet edecektir.
Ümmetçiliğin de milliyetçiliğin de alternatifi eşit ve özgür yurttaşlar olarak bir arada yaşamamızı savunmak, yani yurtseverliktir.