Osman Koray Kapan

Osman Koray Kapan

Cehalet ve başarı

Başarmak nedir, başarılı olmak nedir; düşününce karmaşık durumlar… Örneğin bir politikacı için başarı nedir, seçim kazanmak mı? İlelebet iktidar olmak mı? Ailesi ve görüşü namına faşizan bir dikta kurmak mı?

Mark Twain “hayatta başarılı olmak için iki şey gerekir: cehalet ve kendine güven” demiş. Çözüp atmış insanlığın tarihini veya dramını…

Cornell Üniversitesi’nden iki psikolog Dunning ve Kruger, kendi adları ile anılan sendromu bilimsel olarak ifade ettiler ve 2000 yılında psikoloji dalı Nobel’ini aldılar. Buldukları sendrom aslında “cahil cesareti” dediğimiz menemdi: “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” önermesini türettiler. Aslında bilindik bir şeydi, atasözlerinde bile vardı: Boş başak dik durur, dolu başak eğik durur… “Dik dur eğilme; vatan, millet, camia seninle!” cahil yığın hönkürmesine kadar gider bu iş. Mühim olan dik durmak deniyor ya hani… Marifetmiş gibi inat.

“Eyleme geçmiş cehaletten daha korkunç bir şey yoktur” vecizesinin sahibi Goethe’ye de gelebiliriz. Geldik aslında Goethe’e. Mahallenizden camianıza, ülkenizden Orta Doğu’nuza değin bir bakın bin düşünün derim size.

İnsanlığın bir kısmı ne denli yardırırsa yardırsın; çoğunluk, “kültür” kisvesi altındaki ebeveyn, çevre eğitiminde robotlaşacaktır. Belki sömürü düzeni bitmediğinden belki kapitalizm ana mantığından mütevellit; tüm insanlığa mevcut bilgi kazanımının yüklenmesi olanaksız. Yani cahil yığınlar her daim olacak maalesef.

İnsanlığın genel seviyesi itibariyle durumuna bakarsak; gelebildiği ortak nokta: “Aya ya da güneşe tapanlara popomuzla gülmek.” Bu seviyeden ötesi yok, yüzde 90 için.

Tek tanrıcılığın mucidi ve de Mısır firavunu Amenofis her dua sonunda kendi adını andırmış: Amen ya da Amon diye. İnsanlık bugün ya Amen ya da Amîn diyor halen. Bu muhteşem birikime(!) ırksal gücü de eklemişler. Sırplara göre Sırplar üstün, Alman milliyetçisine Alman, Türk milliyetçisine göre Türk üstün. Ama aslında alayı iki kişiden türemiş yarı biliyorlar yarı bilmiyorlar! Daha doğrusu çelişkilerden en az birini ya görmüyorlar ya göremiyorlar…

İnsan hakları anıtının etrafına bariyerler kurup, kenarında 65 yaşında bir anneyi sürükler durumdayız ya ordan coşumlandım son demimde böylesi bir yazıya.

***

Spor yazarıyım ya ben; “yönetim istifa” diye bağıranlara saldıran beleş bilet sahibi “dik dur eğilme büyük başkan”cılara da bir kelam edeyim: Hani o oğlunu maça getirmiş babaya da saldırmıştınız ya hep Aziz kalmak için… İşte o babayla, yerde sürüklenen anne aynı. Dik dur eğilmeci yığınların alayı aynı.

Kimi insanlar için dayanılmaz kılıyorsunuz hayatı. Zira inanın; “vicdan” denen his zorla konulmuyor insana. Bilgi ve inatlaşmamak, hep sorgulamak seni daha bir insan yapıyor; vicdan sahibi kılıyor. Vicdan sahibi olunca “ehil” olmak kolay. Sizinkisi sahte. Hemen hiçbiriniz aslında korktuğunuzu söylediğiniz şeyden korkmuyorsunuz, bir çoğunuz vicdandan dolayısıyla minimal ahlâktan yoksunsunuz.

Vicdanın doğurduğu ahlâk da kötü aslında. Bele krampon basan Quaresma’nın görmediği kırmızı kart sonrası, ertesi hafta maçın yıldızı olmasını alkışlayamıyorsunuz, mideyi bile bozuyor bu vicdanî ahlâk…

Önceki ve Sonraki Yazılar