İşkenceyi protesto cezası: İşkence!

Eski milletvekili.. İnsan hakları aktivisti.. Bu memleketin anti-demokratik tüm yasalarından, uygulamalarından, kafalarından çekmiş bir isim: Mahmut Alınak.. Biliyorsunuz, YİNE cezaevinde. 14 aylık cezasını çekmek üzere 9. kez içerde.

Nedeni, hiç tanımadığı bir çiftin kavga sonucu başına gelenler. Karı koca hararetli tartışınca karakolluk oluyor. Ama karakolda mesele aile kavgasının çok çok ötesine taşınıyor. Bunun üzerine kadın Mahmut Alınak’a ulaşıp “kocam işkencede ölecek” diye feryat figan ediyor. Alınak da karakola gidip adamın kan revan, perişan halini görünce “bunu hayvanlar bile yapmaz” diye tepki gösteriyor. Sonuç; ne adam yargılanıyor ne de onu “okşayan” polis.. Alınak ise, görevli memura kötü muamele faslından yargılanıp cezayı yiyor. Hem de “sicilin kötü” diye maksimum hadden.

Bugün köşemi, işte o “kötü sicilli adamdan” gelen mektuba ayırıyorum. Çünkü o “kötü sicil”, bugün TBMM’deki her partiden herkesin “demokrasinin olmazsa olmaz koşulu” saydığı ne varsa, yıllar boyunca onlar yüzünden tutuldu. Çünkü Türkiye, Alınak’tan ve benzeri nedenlerle özgürlüklerinden mahrum bırakılanlardan–bırakın hapse atmayı- özür dilemedikçe DEMOKRASİ MASALDAN ÖTEYE GİTMEZ.

Hele, işkenceyi protesto etmenin karşılığı, cezaevinde işkenceye maruz kalmaksa! Buyurun!

***
“Bu yazıyı koyulduğum cezaevinin üstündeki ranzanın demir parmaklıklarla gölgelenmiş solgun ışığında yazıyorum. Yattığım ranzanın alaca karanlığında ne bir yazı yazılabilir, ne de bir şey okunabilir. Adeta ağız ağıza yattığımız otuz iki kişilik koğuşta ya da cezaevinin herhangi bir yerinde üstünde yazı yazılabilecek bir masa veya sehpa yok. Dert değil, imkansızlıklarla boğuşmaya alışkınız. F tipinde olduğu gibi dizimizde de yazarız yazılarımızı. Mesele, buradaki bir mahpusun dahice bir tanımlamayla; ‘Azrail bile çaresiz kalır’ dediği Türkiye Cezaevlerinin genel panoramasıdır.

Sözde (!) Milletvekili olduğum yıllarda, hakim ve savcıların stajyerliklerinin iki ayını kapalı cezaevlerinde, mahpuslarla aynı şartlarda geçirmelerini Meclis’e teklif etmiştim. Bu teklifle hakim ve savcıların, cezaevlerine kapattıkları insanların çektikleri çileleri onlarla yaşayarak görmelerini, empati kurmalarını ve aynı cefayı kendileri de çekerek ileride verecekleri kararlarda özenli davranmalarını amaçlamıştım. Teklifim tahmin edileceği gibi reddedildi.

İnsanlara ve hatta hayvanlara bile reva görülemeyecek muamelelerin yapıldığı cezaevleri üzerine düşünürken , şimdilik adalet bakanlarını bir haftalığına cezaevine kapatmaktan başka bir tedbir gelmedi aklıma. Belki o zaman kalp gözleri ile bakarlar kendi eserleri olan bu zulümhanelere…

Kandıra Cezaevi'nde yatarken, bir vahşet olan o çıplak aramalara dikkat çekmek için Recep Tayyip Erdoğan’a yollamak istediğim, ancak cezaevi yönetimince engellenen bir telgrafta , ‘Türkiye Cezaevleri’nde insanlık ölmüştür.’ demiştim.

Şu hale bakın !!! Şimdi yatmakta olduğum cezaevindeki bir blokta 140 kişiye bir banyo ve iki tuvalet düşmektedir. Mahpuslar sabahın köründe tuvaletlerin önünde uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Adalet Bakanı sabah daha gün ışımadan tuvalet kuyruğunda beklemenin ve kapıda uzun bir kuyruk varken tuvalette ihtiyaç gidermenin ne büyük bir zulüm olduğunu elbette bilemez. O da önceki bakanlar gibi vicdanları taşlaşmış bürokratlara bırakmış cezaevlerini…

Cezaevi, tüm gün ve gece lağım kokusunu solumaktadır. Lağımdan beslenen coşmuş sivrisinek ve karasinek ordusu yemekhane ve koğuşlarda cirit atarak mikrop saçmaktadır. Yemekler her cezaevinde olduğu gibi burada da kalitesiz ve yetersizdir. Mahpuslar aç kalmaktan şikayet ediyorlar. Cezaevi personelinin de aynı ölçüde yediği yemeklerle bir kedi yavrusu bile doymaz. Gençlerden birinin incecik bileklerini göstererek ‘Kırk günde on kilo zayıfladım’ diye yakınması içimi acıttı, beni insanlığımdan utandırdı. Parası olmayanlar, Türkiye Cezaevleri’nde açlıktan ölmüş sayılır.

Yarınlar kimin için ne sürprizler hazırlıyor bilinmez! Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Bakanlar da cezaevlerine girer. Artık herkes biliyor ki; bir ülkede demokrasinin var olup olmadığı cezaevlerine bakılarak anlaşılmaktadır. Cezaevleri, birer işkencehane olan bir devlet yönetiminin demokrasi iddiası apaçık sahtekârlıktır. Demokrasi ne zaman ki cezaevlerine gelir; işte o zaman o ülkede demokrasiden söz edilebilir.

Evet, koparılan tüm demokrasi yaygaralarına rağmen, ortada çıplak bir gerçek var: Türkiye bir diktatörlüktür ve cezaevleri de o dahice sözle ‘Azrail’in bile çaresiz kaldığı zulümhanelerdir’. Türkiye cezaevlerinde uygulanan kör şiddet bir devlet politikasıdır. Hakkını arayan toplum üzerinde estirilen terörün yoğunlaşmış halidir. Cezaevleri bu haldeyken, halkın cebinden beslenen sözde milletvekilleri nasıl rahat uyku uyuyabiliyorlar, merak ediyorum.

Mahmut Alınak

Kars Açık Ceza İnfaz Kurumu

BAKINCA GÖRÜLÜYORMUŞ!

BİRGÜN Gazetesi, manşetinden anlaşılıyor zaten; Cihat Hastanesi’ni bulmuş. Hastanede, yöneticilerin “mücahit” dediği IŞİD militanları tedavi ya da ameliyat ediliyormuş. Habere imzasını atan Doğu Eroğlu, gizli saklı bir iş yapmamış. Gitmiş, hastane yöneticileriyle konuşmuş. Yöneticiler, bu vesile ile belediyeye ve hükümete teşekkür etmiş! Tedavi giderlerini sağlayan İMKANDER yetkilisi Sait Gökdere de “Hükümetten Allah razı olsun” demiş! Yemekleri karşılayan Şahinbey Belediyesi'ne teşekkürü de ihmal etmemiş. Dahası SİSTEMİN nasıl çalıştığını, yaralıların Suriye’den Gaziantep’e nasıl getirildiğini, giderler için paranın nasıl toplandığını bir güzel anlatmış.

Eline sağlık Doğu Eroğlu.. Elinize sağlık BİRGÜN ekibi..

Görüp okusunlar bakalım, cihat hastaneleri şehir efsanesi miymiş!


SELVİ’DEN AL HABERİ!


Pazar günü rehineler meselesini yazarken belirtmiştim. Operasyonla kurtarılmadıkları açıktı. Fidye de ödememişlerdi. Yani, en kuvvetli ihtimal “takas”tı. Nitekim önce Erdoğan “VELEV Kİ TAKAS” dedi.. Ardından, Yeni Şafak yazarı –Erdoğan’ın sözcülerinden- Abdülkadir Selvi ayrıntısını verdi: “İşin perde arkasını araştırdım, mutfakta bir şeyler olmuş. IŞİD için çok ama çok önemli olan birkaç isim takasta kullanılmış.”

Medya, yazının bu kısmını kaçırmadı. Uzun uzun işledi. Ancak, Abdülkadir Selvi’nin son cümlesi nedense atlandı. Oysa, IŞİD’e karşı koalisyona katılıp katılmama konusundaki cümle BAŞIMIZA GELECEKLERİ gösteriyor:

“İslam dünyasına yönelik operasyonlarda yer almak demek, Türkiye'nin Ortadoğu vizyonunun çökmesi demektir.”


Önceki ve Sonraki Yazılar