Cemaat, biat, öfke...

Dört yıl önce başlayan AKP-Cemaat savaşında en
kanlı çarpışmaları yaşıyoruz.
Cemaatin dokunulmaz yerlerine giriliyor, gazetelerine,
televizyonlarına el konuyor, destekleyen şirketler,
dernekler basılıyor, bürokraside bütün dokunulmazlıkları
alt üst eden görevden almalar, tutuklamalar, arananlar,
kaçanlar…
Bütün bunlar yapılırken, hukuk ağır biçimde
çiğneniyor...
Cemaat, kendisini bu noktada, hukukun çiğnendiği
yerde, mülkiyet hakkı, ifade özgürlüğü bariyerinin
ardında savunmaya çalışıyor.
Dört yıl önce yaşananlara o kadar benziyor ki…
Gazete büroları, evler basılıyor, bilgisayarlara el
konuyor… Beşiktaş’ta, Özel Yetkili Mahkeme kapısında,
polis araçlarının önünü keserek tutuklanıp cezaevine
götürülen gazeteci arkadaşlarımızı ümitsizce kurtarmaya
çalıştığımız o çaresiz zamanlara benziyor…
Yasadışı dinlemelerle sızdırılan mahrem ayrıntılar,
uzaktan, bilgisayara gönderilen virüslerle yaratılan düzmece
deliller, bu delillere dayanan komplo davalar…
Yandaş gazetecilere sızdırılan sözüm ona soruşturmaların
rezil ayrıntıları…
Karargah Davası, Oda TV Davası…
Söylediğimiz, fakat yargıda, adaleti temsil eden
vicdan sahiplerinden kimseye duyuramadığımız cümleleri
şimdi Gülen Cemaati’nin mağdur gazetecileri, yöneticileri
kuruyorlar…
Fakat üzerine basa basa söylemek gerekiyor ki bu
‘oh olsun size müstehak’ yazısı değil…
Cemaat gazetecileri ve yargıçlarının o güçlü
günlerinde yaptıklarıyla, yarattıkları mağdurlarla
şimdi karşılaştıkları muamele daha önce karşılaştırıldı,
hatırlatıldı…
Ayrıca, bizzat Cemaat tarafından mağdur edilen
gazeteciler, düşünce adamları şimdi Cemaat’e yapılan
hukuksuzluklar karşısında hiç de sessiz kalmıyorlar…
‘Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır’ şiarıyla basılan
gazetelerin kapısında nöbet tutuyorlar, ifade özgürlüğü
pankartlarının ardında duruyorlar…
Öyle de olması lazım…
Lazım ama şu soru da bütünüyle ortada duruyor.
Neden bunları yaptınız?
Neden gizlice örgütlendiniz? Neden poliste özellikle
istihbarat, terörle mücadele ve kaçakçılık, organize
suçlar bölümlerinde örgütlendiniz?
Neden özellikle Emniyet teşkilatında herkesi izleyen,
dinleyebilen, gerektiğinde operasyonel güç kullanan
birimlerini seçtiniz?
Demokrasiye inanıyorsanız, neden orduda örgütlenmek
gibi bir amacınız vardı?
Darbe mi planlıyordunuz?
Peki ya yargı?
Neden hükümet ile çatışmadan önce, hakim ve
savcılarınızdan bir tane bile özgürlükçü karar çıkmadı?
Neden, Emniyette, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde,
Adalet Bakanlığı’nda, bir Cemaat’e mensup ama hukuka,
kamu çıkarlarına, adalete bağlı bir grup olarak
yaşamayı seçmediniz?
Sadece Danıştay’da, Hrant Dink cinayetinde failleri
bildiğiniz halde neden sakladığınızı, lümpenlerden
oluşan çeteleri suça doğru neden sürdüğünüzü açıklamanız
bile yeter …
Olan biten bütün çıplaklığı ile ortada…
Bütün bunlar başınıza geldikten sonra, bugün
bile o komplo davalar konusunda ciddi bir özür dilemiyorsunuz?
Kontrgerilla bir yana, Ergenekon diye bir örgütün
sizin hayal gücünüzden başka bir yerde yaşamadığını
en iyi bilen siz değil misiniz?
O tutukladığınız, yakınlarını, eşlerini mağdur ettiğiniz
insanların aslında bunların hiç birini hak etmediğini
en iyi bilenler yine sizsiniz…
Fakat hala yapılanlar doğruymuş gibi örtülü bir kabul
içinde, başınıza gelen hukuksuzlukları AKP ile çatışmanıza,
bir tür ‘vatan, millet Sakarya’ edebiyatına
bağlıyorsunuz…
Yarattığınız mağdurlar, yanı başınızda sizinle
birlikte, size yapılan hukuksuzluklara fiilen ya da
fikren direniyorlar…
Elbette vicdan azabı da çekiyorsunuzdur, ama
yeterli değil…
Bir eksik var…
Bir sorunun cevabı…
Bütün bunları neden yaptınız?

Önceki ve Sonraki Yazılar