S. Ersu Hızır

S. Ersu Hızır

Cepheleşmenin düşündürdüğü (2)

12Eylül askeri darbe dönemi eğitimde; sorgulayıcı, mantıksal yürütmelerden uzak, analitik düşünmeyen düzenlemelerin başlangıcı oldu.
Basın ve fikir özgürlüklerine kısıtlamalar getirildi.
Cumhuriyet döneminde kurulan Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT), modernleştirilmeyip zarar ettirilerek satılmaya başlandı.
Elbette belirli sektörlerde özel sektör desteklenmesine kimse karşı değildi.
Ancak stratejik öneme sahip, devletin omurgasını, beynini, hafızasını oluşturan kurumlar korunmalıydı.
Cemaatler bu dönemde güç kazanarak devlet için tehlikeli farklı örgütlenmeler içine girdiler.
FETÖ de bu dönemde hızla örgütlenme olanağı bulanlardan biriydi.
Bu örgütün 15 Temmuz darbe girişiminde bulunacak kadar güçlenip, devletin iliklerine kadar nasıl girdiğini yaşadık, gördük, görüyoruz.
Genelkurmayın kozmik odasına girip, Türkiye’nin en gizli askeri bilgilerini alan ve dışarıya servis eden bu örgütün 12 Eylül’ün ürünlerinden olduğunu unutmamalıyız.
Düne kadar; Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanların elinden tuttuğu desteklediği bu örgütün liderinin kendisini din maskesi altında nasıl sakladığını gördük. Sosyal demokratların, demokratların, yurtseverlerin ısrarlı uyarılarını zamanında ciddiye almayan iktidar, ancak darbe girişimi sonrası gerçeği gördü, idrak edebildi.
İktidara dün uyarıda bulunanlar bugünde farklı cemaatlerin benzer örgütlenmeleri ve kendisini gizleyen kriptolar olabileceği konusunda uyarılarını iletiyorlar.
Bu uyarıların dikkatle değerlendirilmesi hükümetin görev ve sorumluluğu...
Cemaatler; özgürlüklerin kısıtlandığı, bilimden uzaklaşıldığı, toplumsal gerginliklerin keskinleştiği, cepheleşme dönemlerinde gelişip palazlanıyorlar.
Onlara bu fırsatı vermememiz gerek.
Gerekte; nasıl olacak? Daha iki gün önce yeni bir siyasi cephe kuruldu diyorsunuz, biliyorum.
İki parti ( AKP ve MHP) 2019 seçimlerine giderken “Yerli ve Milli Beraberlik” çatısı altında seçimlere gireceklerini açıkladılar.
Bu gelişmeleri izlerken sohbet ettiğim birçok kişi Milliyetçi Cephe günlerini anımsattı.
Bu cephenin karşısında şu ana kadar iki parti Milli Görüş’ün temsilcisi Saadet Partisi ve İyi Parti Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kendi adayları ile gireceğini açıkladı.
Ana Muhalefet Partisi CHP’de yakında muhtemelen Kurultay sonrası kendi adayını açıklayacaktır.
İlk tur seçimleri yapıldıktan sonra ikinci tur iki aday arasında gerçekleştirilecek.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turunda seçim sistemi gereği ikinci bir blok oluşması kaçınılmaz olacak.
Bu gerginlikleri daha da arttıracak.
Sizlerin hükümetin eğitim sistemimizi yapboza çeviren uygulamaları, İmam Hatip Liseleri dayatması, Diyanetin dokuz yaşında kızların evlenebileceği yorumlarının yapıldığı, yaşama alanlarımıza müdahale edildiği bir ortamda gerginlik olmaması mümkün mü? dediğinizi duyar gibiyim.
Hatta Ege Deniz’inde Lozan Antlaşması ile hükümranlığımıza bırakılan on sekiz adanın Yunanistan tarafından işgaline sessiz kalınmasının nasıl bir Milli anlayış olduğunu biz anlayamadık diye de haykırmanızı işitiyorum.
İsrail’i protesto için bir eşeğin üzerine İsrail bayrağı çizip, eşeği taşlayarak İsrail’i protesto ettiğini düşünenlerin olduğu bir ülkede birçok şey anlaşılmaz geliyor.
Bu devletin, askeri, polisi, jandarması varken, sosyal medyada, bazı sivillerin kurduğu bir kısım dernek üyelerinin silahlı pozlarla verdikleri demeçleri de anlamak mümkün ve kabul edilebilir değil?
Toplumsal barışımız açısından oldukça kaygı verici bu gelişmelere bir an önce dur denmeli.
Bunlara nezaketin ve kültürel seviyenin oldukça alt seviyelerde seyrettiği ancak gerilimin en üst seviyelerde seyrettiği siyasi ortamı da ekleyebiliriz.
Bu gerginlikler, kamplaşmalar, cepheleşmelerin bize bir yararı olmadığı kesin.
Bu tür politikaların izlenmesi sonucu, bugün geldiğimiz nokta da durum tespiti yaparsak;
Türkiye yakın zamana kadar tarımda kendi kendine yeterken bugün saman ithal eder duruma geldi,
Hayvancılıkta kendimize yeterken bugün canlı hayvan ithal eder duruma geldik,
Meralarımız, verimli topraklarımız, bağlarımız, bahçelerimiz, derelerimiz, sulak alanlarımız, doğal güzelliklerimiz imar rantına kurban edildi, edilmeye devam ediliyor.
Yer altı zenginliklerimiz (madenlerimiz) işlenerek değerlendirilmek yerine, ucuz bedellerle satılarak geleceğimiz ipotek altına sokulmakta.
Atalarımızın bize emanet ettiği toprakları, değerleri hovardaca harcıyor, bir bir yok ediyoruz.
Dün üretip yurt dışına sattıklarımızı bugün ithal eder duruma geldik.
Bu gün milli değerlerimizi, doğal zenginliklerimizi satarak, bir şeyler alıyoruz,
Yarın satacak bir şey kalmayınca çocuklarınız, torunlarınız el açmak zorunda kalacak.
O zaman sizi hiç iyi anmayacaklar ve kemikleriniz sızlayacak ve hep bu vebal üstünüzde kalacak.
Sizce nüfusun artması mı milli ve yerli, sanayinin tarımın, hayvancılığın gelişmesi mi?
Sanayinin tarımın gelişmesini istiyorsak siyasetin kör döğüşünden, uyutan televizyon programlarından, kendimizi ayırıp ülke gerçeklerine Merhaba deyip, toplumsal barışa, çözüme odaklanmalıyız.
Ulusal kazanımları satarken Milli diyerek Milli,
Ege adalarını Yunanistan işgal ederken sessiz kalarak
Milliyetçiyim diyerek Milliyetçi olunmuyor.
Bu millet bu halk artık bu gerçeği görüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar