Gazeteler evlat gibidir

Oray Eğin’in yazısını okuyunca, ‘90’li yılların ortalarına döndüm… “Radikal” günlerine... Geçenlerde kapanan Radikal Gazetesi’nin yayın hayatına başladığı günlere… Gazetenin kapanması kimi entelektüel çevrelerde tepkiyle karşılandı. Hüzünlenenler, ağlayanlar oldu… Ve çok şey yazılıp çizildi… Üzerine vazife olan ya da olmayan, birçok insan, bir sürü lakırdı etti.

Ben o gazetenin, Mehmet Y. Yılmaz, İsmet Berkan, Yeşim Denizel Bedük, merhum Reha Mağden ile birlikte ilk kurucularından, ilk “İstihbarat Şefi”yim… Dolayısıyla, Radikal’in kapanmasıyla ilgili söz etme hakkı olanlardan biri olarak görüyorum kendimi… Çünkü o gazeteyi, çocuğum gibi sevmiştim! Tıpkı bugün çalıştığım ve bin bir güçlüklerle ayakta tutmaya çalıştığımız YURT Gazetesi’ni sevdiğim gibi…

1996’nın 13 Ekimi’nde yayın hayatına başlamıştık… Müthiş bir heyecandı. Yeniden başlamanın inanılmaz hazzı, coşkusu ve heyecanı vardı üzerimizde… Çünkü Radikal, sıradan olmayan bir gazeteydi. Bana göre en önemli özelliği “aykırı” olmasıydı… Hem gazetecilik tekniği hem konsepti, yayın anlayışı ve politikası hem de yazarı çizeri bakımından, sıradanlığın ötesine taşan bir gazete… Hakkını teslim etmek lazım; böyle bir gazete çıkarmayı akıl eden Mehmet Y. Yılmaz’ın vizyonu, uygulayıcılığı ve kararlılığının çok büyük bir rolü vardı bunda… Ki, Mehmet Y. Yılmaz, daha önce de Türk Basını’na Posta ve Fanatik gazetelerini de kazandırmıştı… Mehmet Y. Yılmaz, gazetenin yönetimini bıraktıktan sonra Radikal geri gitmeye başladı. Daha sonra Genel Yayın Yönetmenliğine gelen İsmet Berkan, “iyi niyetine rağmen” ardını getiremedi. Hele hele gazete Eyüp Can yönetiminde “tabloid”e dönünce, tüm özelliklerini yitirdi. “Olsa da olur olmasa da” misali bir hale geldi.

Bir “referans” gazetesiydi, Radikal… Asık suratlı olmayan, ciddi ama güler yüzlü… Ne bulvar tipi bir yayın anlayışı ne de “sansasyonel” bir bakış açısı vardı. Dolayısıyla, “tiraj gazetesi” değildi… Çok üzüntü vericidir ki ancak 18 yıl dayanabildi… Ve en çok üzülenlerden biri de benim!

***

Ne yazık ki Türkiye’nin gerçeği bu… Türkiye’de “referans gazeteleri” zor ayakta duruyor… Bu tür gazetelerin “sırat köprüsü” üzerinde olmasının değişik nedenleri var. Toplumda okuma alışkanlığı olmayışından tutun da patronaj ve yönetim hatalarına kadar, birçok nedeni sıralayabiliriz.

Mesela Cumhuriyet Gazetesi… Uzun yıllar görev yaptım bu gazetede… Meslek yaşamımın “maddi manevi” en güzel yıllarını burada geçirdim diyebilirim. Gel gör ki; 1992’de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra, “amiyane tabir” ile “iki yakası bir araya” gelemedi… Sürekli sıkıntı içerisinde. Ki Türk medyasının en eski ve en köklü kurumsal kimliğini taşıyan bir gazete olmasına rağmen…

Bir diğeri Milliyet Gazetesi… O da Aydın Doğan’dan Erdoğan Demirören’e satıldıktan sonra, debelenip duruyor. Oradaki meslektaşlarımız içerisine düştükleri girdaptan kurtulmak için ellerinden geldiğince bir mücadele veriyor. Ancak O’nun da patronajı bu iş için yetkin değil. Siyasi iktidar karşısında “boynu kıldan” ince! Meslektaşlarımızın yapabileceği çok fazla şey yok.

***

Tek tek yazmaya sayfalar yetmez… Bu kadarıyla yetineceğim. Sözün kısası; Türkiye’de “adam gibi” gazetecilik yapmak, okuru bilgilendirmek, halkın “haber alma” hakkına hizmet ederken layıkıyla gereğini yerine getirmek artık tarihe karıştı. Bugünkü siyasi koşullarda gazetecilik yapmak anlamını yitirdi. Siz bakmayın; ben ve benim gibi kimi “mahallenin delileri” ile bu iş için risk alan kimi “fedakâr sermaye sahibi” bir avuç insanın hâlâ inat ve ısrar etmesine... Ne yapalım; alışkanlık yarı tabiattır. Ve ömrümüz yettiğince bu anlayışla devam edeceğiz.


Önceki ve Sonraki Yazılar