Süleyman Karan

Süleyman Karan

Çıkarcı dalkavukların 'vatansever' olarak portresi

Bunlar hep vardı, hep olacak, bazen sayıları artacak, bazen azalacak. Şu sıralar rekor seviyede çoğalıyorlar gerçi... Ne yazık ki, bizim gibi Ortadoğu ve Akdeniz havzasında yer alan ülkelerde, yağcılık, dalkavukluk her zaman pek yaygın olmuş. Bunun sosyolojik, etnolojik, tarihsel binbir sebebi olabilir, ama ne şekilde bir açıklama getirilirse getirilsin, bu utanç verici insanlık durumundan tiksinmemek, nefret etmemek mümkün değil.

Dalkavukluk için olmazsa olmaz koşul karaktersiz olmaktır. Karaktersiz olmak için çok çabalamak gerekmez. Mesela aileniz sizi eğitmek için çaba sarf etmemiş, babanız sizi eğitmek yerine dövmüş, anneniz sabah akşam “Aman ha, haklı olsan bile öğretmenine karşı çıkma” diye sizi okula uğurlamış, akşamları evde anneanneniz, “Her koyun kendi bacağından asılır” diye beyninizi ütülemiş, beyin kıvrımlarınızı düzlemişse, dalkavukluk için gereken temel eğitimi almışsınız demektir.

Onurlu insan olmak mucizeye kalmışsa

Bunun üzerine artık tel tel dökülen milli eğitim sisteminde, zaten size onurlu bir birey olmak, haksızlıklara karşı durmak, halkın çıkarlarını korumak değil, devletin ululuğu, gerici değerler, sürünün bir parçası olmak ve boyun eğmek öğretiliyorsa, hemen hiçbir kıymeti harbiyesi kalmamış eften püften ders kitapları ile meczupların, cahilerin yazdığı saçma sapan paçavralar tavsiye ediliyor, bunun dışında kitap okumak günah ya da suç diye lanse ediliyorsa, o ülkeden onurlu, karakterli, özgürlükçü bireyler çıkması mucizeye kalmış demektir. Bu tarif ettiğim ülkelerden biri işte şu ‘Yeni Türkiye’dir!

Böylesi bir ülkeden, namuslu, onurlu, haklı olanın hakkını savunan, karşısındaki haksızlık yapan ne denli güçlü olursa olsun, ona direnen, dik duran zor çıkar. İyi, doğru ve gerçek olduğunu bildiği için, işini, hayatını, canını riske atan bireylerin bulunması, çölde karpuz yetiştirmek gibi bir şey olsa gerek böyle bir yerde... İşte bu sebeple, son yıllarda, dudak uçuklatacak denli şahsiyetsiz, ahlaksız, her şeyi satılık, eğilip bükülen, yılankavi manevralar yapan insansıların mesleklerinde yükseldiklerini, insan yerine konulup kanaat önderi bile olabildiklerini görüyoruz.

Akşam haber programlarını açın, moderatöründen uzmanına, medya mensubundan akademisyenine yüzlerce böyle insan müsveddesiyle karşılaşmanız mümkün. Daha doğrusu karşılaşmamanız imkânsız.

Şov ve maskaralık dünyası

Bu kokuşmuşluk, zaten pek de seviyeli olmayan ve ne saçma sapan bir yakıştırmaysa ‘sanat dünyası’ diye tabir edilegelen, ‘şov ve maskaralık dünyası’nda da geçerli... Normalde, pavyonda komi olması gereken tiplerin, ‘sanatçı’ diye lanse edildiği bir ‘Türk pop müziği’ piyasamız var mesela... Bu piyasada, seviyesizlik sınırını zorlama yarışında, her zaman bir sürprize daha yer oluyor. Tam bundan daha bayağı, bundan daha zeka yoksunu, bundan daha ahlaksız bir şey olamaz diye düşünürken, bir bakıyorsunuz sahneye daha da yerin dibinden fırlamış bir şey çıkıyor.

Belediye konseri için üç takla!..

Geçmişte, bunların birbirlerine ‘rekabet gereği’ her türlü rezilliği yaptığını görürdük. Yine ekranda boy göstermek için her türlü şaklabanlığı da... Şimdi ise moda başka... Hiçbir şekilde olup bitenle ilgili bir bilgi kırıntısına sahip olmayan, ama ‘ekmeğini’ ‘vatan, milet, Sakarya’ üzerinden kapacağını hissetmiş bir güruh, çamur gibi her yere sıçramakla meşgul. Unutulmuş., ancak belediyelerin kiraz, karpuz, salatalık şenliklerinde, o da binbir yağcılık ve el etek öpmeyle sahne alanlar, sanarsınız ki, birer Ulubatlı Hasan!.. Nerede?.. Tek dertleri cukka... İktidarın paçasını sürtünüp, üç-beş kuruş koparmak için yapmayacakları omurgasızlık yok. Bir konser kapmak, TRT’de dandik bir dizide odunun daha iyi oyanayabileceği bir role çıkmak, belediye konserinde berbat sesleriyle iki şarkı söyleyip sebeplenmek tek amaçları... Bu sebeple, kendi bildiği doğruları, iyileri savunan her meslektaşlarına çamur atmak, iktidara şirin görünmek ve bu toz dumanda hamaset yapıp yaranmak için her fırsatı değerlendiren leşçiler gibi pusuda bekliyorlar. Şu an hedeflerinde Sıla var. Bir de kadın üstelik!.. İktidara posta koymuş hem de!.. Fırsat bu fırsat sıçra çamur!..

Babanın tarlası mı bu vatan!

Sıçramış... Sanki babasının tarlasından kovuyor, “S..... ol git” demiş: Nereden kovuyor? Türkiye’den... Kim kovuyor, cibilliyetsizin biri... Kimi kovuyor, meslektaşı bir vatandaşı... Tabii ki bu ülkede bir o kadar da onurlu, zekası yerinde vatandaş da var. Bayağı bir tepki çekince, bu kez tüm benzerleri gibi kıvırmış dansöz gibi... Bir de utanmadan “Sözümün arkasındayım” diye afilenerek... “Sıla’dan özür dileyecek misiniz?” sorusuna, “Vatanını sevmeyenin, vatansızın kadını-erkeği olmaz. Benim o röportajda ettiğim laf o vatansızlaradır ve hâlâ da aynı şeyi söylüyorum. Özür dileyecek bir şey yok. Sözlerim Sıla’ya değildi, konuyu çarpıtıyorlar. Ben ülkemin vatansever kadınlarını çok seviyorum ve saygı duyuyorum” yanıtını vermiş. Sanki mübarek üçüncü sınıf bir şenlik şarkıcısı değil de ‘vatanperver ölçüm cihazı’... Bu kendini vatansever diye yutturan şeyin CV’sinde, tacizci, fuhuşçu, kadın döven ve bir kadından dayak yiyen bir kariyer var. Sahne performansı, elektrik yemiş gibi sıçrayarak dans eder gibi yapmakla böğürerek şarkı söylemekten ibaret...

Vatanseverliğin seviyesizlere kaldığı bir ülkede, vatan elden gitmek üzeredir bu biline..
Vatanseverim diye ortaya çıkılmaz, vatanı sevmek o topraklara bir katkı yapmaktır. Onun için de bir şey olmak gerekir. Salatalık şenliğindeki uvertürlerden bu vatana fayda gelmez. Bugünlerde özellikle dikkat edin, her dakika ona buna vatan haini diye pislik atanlara, orada göreceğiniz tek şey çamur olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar