Cumhurbaşkanı mitingine malzeme oldum!

Yıl 1975. TRT’nin başında, efsane genel müdürü İsmail Cem var. Bense, henüz bir yıllık TRT muhabiriyim. CHP-MSP koalisyonu iktidarda. Ama Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel, koalisyonu sarsıp duruyor. İşte o günlerde, TRT muhabiri olarak Demirel’in mitinglerinden birini izlemek için Samsun’dayım.
Gözünüzün önünde şöyle canlandırın. Samsun’un en büyük alanı. Şimdikilerden biraz daha farklı bir sahne/kürsü. O sırada tek televizyon TRT olduğu için de, sahne/kürsüde bir Demirel, bir de (ses kayıt cihazıyla) ben!

Demirel, iktidara, Ecevit’e veryansın ediyor. Bir ara sözü, o günlerin en “moda” saldırı konusu olan TRT’ye getiriyor. Beni işaret ederek, “Bu TRT var ya bu TRT” diye bağırıyor... Derken, meydanı dolduran onbinlerce kişiden gök gürültüsü gibi bir ses yükseliyor: Yuuuuuuh!
Ben küçülmek ve hatta yok olmak isteyerek olduğum yerde büzülürken Demirel imdadıma yetişiyor!
“Canım” diyor, “Kızcağızın günahı yok. Ben TRT’nin başındaki zata söylüyorum.”
O mitingden kısa süre sonra, başını Demirel’in çektiği Milliyetçi Cephe hükümeti kuruluyor. İsmail Cem, görevden alınıyor. Birkaç ay sonra da ben (bir yıl sonra Danıştay kararıyla dönmek üzere) TRT’den atılıyorum.

***

Ve yıl 2015. Tam 40 yıl sonra, bir Cumhurbaşkanı... Mitinginde benden söz ediyor. Recep Tayyip Erdoğan. Konuşuyor: “Bir gazeteci geçtiğimiz günlerde ana muhalefetin TV'sinde ne diyor biliyor musunuz ‘Başını örten kadın özgürlüğünden vazgeçmiştir’. Bunlara gereken dersi 7 Haziran'da vermelisiniz.”
Enver Aysever’le yaptığımız programdaki eleştirimden söz ediyor. Evet, sahiden de öyle söyledim. Çünkü öyle düşünüyorum.
Başörtüsünün “ideolojik bir mukavele” anlamına geldiğine... Bu mukaveleye atılan imzanın da “kadını, erkeğin arkasında, yani ikinci sınıf insan haline getirdiğine” inanıyorum.
Bu görüşüme katılmayabilirsiniz. Eleştirebilirsiniz. Ama, koskoca bir Cumhurbaşkanı olarak, mitingde bunu nasıl “malzeme” yaparsınız! Üstelik, ben de seçime giriyormuşum gibi, 7 Haziran’da ders vermekten nasıl söz edersiniz! Daha ciddi malzemeniz, derdiniz yok mu! Biz gazeteciler, siz siyasetçilerin dilinden kurtulamayacak. 40 yılda, bir arpa boyu yol alamayacak mıyız!

***

Sadece Erdoğan değil elbette. Başörtüsü hakkındaki sözlerim, pek çok kişiye dert olmuş anlaşılan.
Örneğin Ahmet Hakan. Bir yazı döşendi. Maşallah!
Vay efendim, başörtüsü sorunu bitmişken ben çıkıp yeniden gündeme getirmişim. AKP’nin eline koz vermişim. Ne kadar da yanlış yapmışım.
Doğrusu, anlamakta zorlandım. Başörtüsü her yerde serbest olunca, bu, artık konuşulmamalı/ konuşulmaz anlamına mı geliyor?
Bana göre, tam aksine, şimdi bireysel mağduriyetler söz konusu olmadığına göre konuşmanın tam sırası. Madem tüm özgürlükler neredeyse başörtüsü meselesine bağlanıyor. Tam da bu yüzden konuşmanın tam sırası.
Başörtüsünün özgürlük olduğunu mu savunuyorsunuz? Hadi, bunu tartışma özgürlüğü ile taçlandırın da göreyim sizi!
Yo, hayır! Başörtüsü özgürlüğü olmalı. Ama bunu tartışma özgürlüğü olmamalı!
Ayrıca, biz gazetecilerin “neyi nerede ne zaman kimlerle tartışacağımız” konusunda bir yönerge var da ben mi gözden kaçırdım!
Kim karar veriyor neyi ne zaman söyleyeceğime? Ahmet Hakan mı? Ya da yıllardır alıştırmaya çalıştıkları üzere RTE mi?

***

Yetmedi... Emine Şenlikoğlu, “sözlerimi kendisine (de) hakaret olarak algıladığı için” hakkımda dava açacağını açıkladı.
Açar mı açar!
Uygun hakim bulursa, ceza verdirir mi verdirir!
Ama umarım bu arada, “bence başını örten kadın özgürlüğünden vazgeçmiştir” sözlerinin neresinde hakaret olduğunu da bir zahmet anlatıverir.
Yanı sıra, “başörtülü kadının bireysel özgürlüğüne sahip çıkarım ama başörtüsünün bir özgürlük meselesi olduğunu düşünmüyorum” ifademin analizini de yapıverir.
Ben neyin hakaret olup neyin olmadığını çok iyi bilirim hanımefendiler, beyefendiler. Evet, şimdi sizin zamanınız. Baksanıza, hırsız diyeni, “kim için söylüyorsun” sorusunu bile sormadan içeri atıyorlar. İsim sormuyorlar. “Biz kime dediğini biliriz” diyorlar.
Başörtüsü ise, en iyi siyasi propaganda malzemeniz. Sizler, hâlâ sömürüsünü yapadurun... Küçücük kızlar, (güya kendi rızalarıyla) başlarını kapatadursun... Bizler konuşmayalım. Eleştirmeyelim. İki laf etmeyelim. Neyi konuşup neyi eleştireceğimizi Ahmet Hakan Beyefendi’den öğrenelim. Cumhurbaşkanı konuşup sataşınca da hizaya geçip susalım.
Peki! Başüstüne!


Evren... Tek başına
Kendisine ve Anayasasına “evet” oyu vermeyen azınlıktan biriydim. Eli titremeden imza attığı idam cezalarını... “Kendisinden fevkalade memnun” ses tonuyla attığı o nutukları... Bir zamanlar “paylaşılamayan” o kötünün kötüsü tablolarını... Kısacası hiçbir faniye dilemediğim korkunç bir hayatı geride bıraktı. Son yolculuğuna, işte böyle tek başına çıktı.
Onu da unutmayacağız..
İdam sehpasına gönderdiği o gencecik çocukları da...

Bu nasıl bir “kişilik”?
İşadamı Ethem Sancak, Erdoğan’ı övmelere doyamıyor. Aşkını ilan etti, yetmedi. Güzellemeler sıraladı, tatmin olmadı. En son, şöyle buyurdu:
“Bir Arap atasözü der ki, ‘annem babam sana kurban olsun.’ Ben de Erdoğan için diyorum ki ona; annem, babam, ben ve çocuklarım kurban olsun.”
Hadi, çok sevdiğiniz birine “canım sana feda” dediniz anladım.
Annenizi, babanızı ve asıl çocuklarınızı nasıl kurban ediyorsunuz?
Böyle düşündüğünüze göre, Erdoğan’a nasıl bir kutsallık atfediyorsunuz? Size göre, (bir AKP’linin dediği gibi) “RTE Allah’ın bütün sıfatlarını üzerinde toplamış” bir insan üstü varlık mıdır, sahiden de! Veya (yine bazı AKP’lilerin sandığı gibi) mehdi midir! Bu memleket nerelere geldi. Kimler nasıl yönetiyor... Kimler o yöneticileri nasıl uçuruyor...

Önceki ve Sonraki Yazılar