Cumhuriyet tarihinin en berbat dönemi bu olmalı

Darbeler de dâhil, toplumsal çıkarların, toplum yararının, kamusal hakların bu kadar açık, şeffaf biçimde ayaklar altına alındığı, çiğnendiği, yerle bir edildiği başka bir dönemden daha söz edilemez...

Şimdi, Ankara'da 28 kişinin kanı kurumadan, korkunç bir "bulanıklaştırma" kampanyası yürüyor.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun "Fail Amude'li Salih Neccar" açıklaması saatler bile geçmeden yalanlandı.

PYD sözcüleri de, Amudeli'ler de Neccar ailesi de böyle birisini tanımadıklarını söylediler.

Ardından Batı'da hayli tartışmalı eylemlere imza atan Kürdistan Özgülük Şahinleri örgütü katliamı üstlendi ve eylemdeki canlı bombanın Van doğumlu Abdülbaki Sönmez olduğunu öne sürdü. Açıklamaya üç yıl önce internete yüklenen bir fotoğrafa, bir başka fotoğrafın kafa bölümünü monte edilerek oluşturulan bir fotoğraf da eklendi.

Bir saat içinde faili tespit eden "güvenlik güçlerinin" üç günde 2 bin 900 kilometre yapan bomba yüklü aracı "haber alamaması" bir yana...

Hükümetin "Salih Neccar", TAK'ın Abdülbaki Sönmez dediği kişinin fotoğrafları birbirlerine çok benziyor.

Muhtemelen aynı kişiden söz ediliyor.
Sınırda PYD'li olarak parmak izi alınan, TAK adına eylem yapan bir militan.

Her şey giderek bulanıklaşıyor.
Ankara'da, Cizre'de, Sur'da dökülen kanın dışında her şey belirsizliğin, koyu bir sis perdesinin ardına gömülüyor. 

Katliamların kriminal ayrıntılarına takılıp kalıyoruz.
Çünkü öyle olması isteniyor.
Oysa başka türlü bakıldığında her şey yerli yerine oturuyor.

7 Haziran seçimleriyle birlikte yükselmeye başlayan şiddet aynı sonuca varıyor; sivil siyasetin, silahlar olmadan müzakereler yoluyla girişilen çözümün, hak mücadelesinin önü bir kez daha kesiliyor.

1993 yılında 33 silahsız erin öldürülmesinden bu yana değişen bir şey yok. Her iki tarafın şahinleri oluk oluk kan dökerek siyaseti, demokratik girişimi ve barışı iğdiş ediyor.

Kimin kontrolünde olduğu belirsiz, ajan kaynayan, ajanlarla manipüle edilen örgütlerin, kime hizmet ettiği belirsiz kamu görevlilerinin körüklediği şiddet temel hakları ortadan kaldırıyor, devletin hak ihlallerini neredeyse "meşrulaştırıyor".

Sadece Güneydoğu'da değil, bütün ülkede "demokratik hak mücadelesi" terör yaftasıyla yalıtılıyor, kimlik siyasetine indirgenip marjinalleştiriliyor ve asıl bağlamından koparılıyor.

Kamuoyu, yaşananların "terörle mücadelenin" olmazsa olmaz sonuçları olduğuna, Güneydoğu şehirlerindeki hak ihlallerinin "teröristlere" karşı yürütüldüğüne ikna ediliyor. Çünkü bütün bunlar güçlü bir başkan ihtiyacını gösteriyor...

"Fail PYD" ısrarıyla asıl olarak Suriye'ye yönelik kara harekâtına gerekçe aramak da aynı politik hesaba dayanıyor.

Bütün bunlar Meclis'in, iyi kötü halkoylarıyla seçilmiş milletvekillerinin, iyi kötü siyasette temsil kabiliyeti olan sendikaların, derneklerin gözleri önünde gerçekleştiriliyor.

Meclis'teki milletvekillerinin  Anayasa yapıp yapamayacaklarına bile aynı irade karar veriyor.

Güvenlik diliyle konuşan,  kendi çıkarlarını "ülke menfaatleri" diye zorla dayatan, tartışmayı, konuşmayı, sorgulamayı ve eleştirmeyi "hainlikle" yaftalayan bu irade  karşısında Diyarbakır, Artvin, İstanbul fark etmiyor.

Diyarbakır'daki hendeklere de, Artvin'deki hendeklere de aynı iştahla ve vahşilikle saldırıyorlar.

Ve en önemlisi, Suriye'de olası bir savaşın yaratacağı facia, dökülecek kan da aynı iradenin eseri olacak...
 

Önceki ve Sonraki Yazılar