Cumhuriyetin ordusu mu Tayyip'in muhafız alayı mı?

Anımsanacağı gibi, Türkiye birkaç kez beşinci sınıf provokasyonlarla Suriye ile savaşa sokularak, bir olağanüstü hal rejimine sürüklenmek istendi. Tayyip Erdoğan ve mezhepçi ekibinin bu oyunu her defasında bozuldu. Türkiye’nin ve bölgenin aydınlanmacı güçleri bu kirli operasyona izin vermedi.

Ancak, AKP ve onun fiili lideri Tayyip Erdoğan bilindiği gibi son günlerde yeniden Suriye’ye bir müdahale hazırlığı yapıyor. Seçim kaybeden ve bu nedenle istifa eden AKP Hükümeti, yeni hükümet kurulana kadar geçici olarak göreve devam ettiği halde Tayyip Erdoğan’ın siyasal islamcı/mezhepçi ihtirasları doğrultusunda sınıra asker sevkiyatı yapıyor.

Türkiye, Suriye sınırında çıplak gözle bile izlenebilecek şekilde bir savaş hazırlığı yapıyor. AKP ve Erdoğan’ın, savaş çıkararak iktidarı elinde tutmak ve ülkeyi erken seçime götürmek istediği anlaşılıyor. Bilindiği gibi, Anayasa gereği savaş durumlarında ülke bir olağanüstü hal rejimiyle de yönetilebiliyor.

Erdoğan, kayıtsız şartsız emirlerine uyacak bir hükümet çıkarmak, eğer bu olamıyorsa, ülkeyi olağanüstü hal rejimine sürüklemek istiyor.

AKP sağ parti değil
AKP herhangi bir sağ, muhafazakâr ya da cumhuriyetin temel niteliklerini tartışmayan bir sistem partisi değildir. Artık şu durum açıkça anlaşılmalıdır; AKP’nin bu rejime, cumhuriyete, bu cumhuriyetin temsil ve ima ettiği bütün değerlere ve ilkelere köklü bir itirazı vardır.

AKP bu anlamda sağ-muhafazakâr bir parti olmaktan çok, kökleri Tanzimat dönemine kadar giden, Abdulhamit gericiliğine dayanan ve Ortaçağ zihniyeti ve ideolojisinden beslenen, dahası Emevi dinciliğini temel alan siyasal İslamcı bir karşı devrim örgütüdür.

Liberallerin en büyük yanılgısı, AKP’nin ve siyasal islamcıların kurulu düzene yönelik itirazlarını özgürlükçü bir eleştiri olarak algılamaları ve bu itirazın demokratikleşme için bir olanak sunduğunu sanmalarıdır. Oysa siyasal islamcıların söz konusu itirazları tarihsel olarak gerici, kategorik bakımdan ise karşı devrimcidir. İnsanlığın bütün ilerici birikimini ve tarihsel kazanımlarını reddetmeye dayanır.

Tam burada önemli ve ince bir ayrıntı vardır; “Türkiye Neden Feda Edildi” ve “Liberal İhanet” adlı kitaplarım ile kimi makalelerimde de ısrarla altını çizdiğim gibi, liberallerin söz konusu tutumu sadece “yanılgı” diye değerlendirilemez. Burada ideolojik bir hile yapıldığı ve toplumun aldatıldığı açıktır.

Sonuç ortada! AKP’nin yönettiği Türkiye daha demokratik bir ülke olmadı. Tersine Erdoğan’ın diktatörlük heveslerine kurban edilmek istenen, laik nitelikleri tasfiye edilmiş, eğitimi dinselleştirilmiş, bölgesinde ve dünyada bütün pırıltısını kaybeden, kadınları örtünmeye zorlanan baskıcı, anti-demokratik, faşizan ve kıytırık bir Ortadoğu ülkesi oldu.

TSK’nın büyük suçu!

Türkiye’nin gericiliğe teslim edilmesinde en önemli rolü oynayan güçlerden biri de Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti yönetimi tarafından Türkiye’nin NATO’ya sokulmasından sonra, TSK’nın da niteliği değişti. TSK, onurlu bir kurtuluş savaşı veren, Osmanlı-Türk aydınlanmasının ve modernleşmesinin öncü güçlerinden biri olmaktan çıkarak hızla tutuculaştı. Bu süreçte 27 Mayıs 1960 müdahalesini ayrı tutarsak eğer, TSK giderek kendi ülkesini işgal eden bir sömürge ordusuna dönüştü.
TSK, başta ABD olmak üzere emperyalizmin hizmetinde girdi ve Türkiye’nin ilerici, aydınlanmacı, sol ve devrimci çevrelerini tehdit olarak gördü. Solun önünü kesmek için Cumhuriyet devriminin iktidardan uzaklaştırdığı gerici güçlerle ittifaka yöneldi. Öyle ki, 12 mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri solu, bu ülkenin ilerici güçlerini ezerken gericiliği ve islamcıları destekledi.

İslamcılar da bu darbelerin en büyük destekçisiydi. O nedenle, Erdoğan ve AKP yöneticilerinin darbe karşıtlığı tam bir palavradır.

Sonuçta, iki-buçuk imam hatipli gelip ülkeyi teslim aldı. Medrese Harbiye’yi yendi. Böylece Abdulhamit gericiliği ve istibdatından beri bu iki çizgi ve tarihsel güç arasındaki mücadeleyi, Osmanlı-Türk modernleşmesi ve aydınlanmasının ocaklarından biri olan ve cumhuriyet devriminin liderlerini çıkaran Harbiye kaybetti.

TSK son bir hamleyle (28 Şubat 1997 MGK kararları ile simgelenen bir çıkışla) kendi tarihsel rotasına ve kaynaklarına dönmeye çalıştı. Ama olmadı, yarım kaldı. AKP iktidarıyla birlikte tam 60 yıldır devam eden gerici karşı devrim süreci 2007-2008 dönemecinde (Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. soruşturmalar yoluyla) büyük ölçüde tamamlandı.
Şimdi TSK, Ortadoğu’da da Cumhuriyet Türkiye’sini var eden bütün ilkelere ters düşecek şekilde, bölgenin en gerici güçleriyle birlikte hareket etmeye zorlanıyor.

Bilindiği gibi MİT de zaten IŞİD gibi şeriatçı bir örgütün tedarikçisi haline getirildi.

Cumhuriyetin ordusu !..


TSK, Suriye'de Esad'a karşı IŞİD ve diğer şeriatçı örgütlere destek veren Erdoğan ve AKP Hükümeti'nin yanlış ve gerici politikalarına alet olmamalı. Suriye’ye askeri müdahalede bulunmak bu gerici hedefin aleti olmaktır. Erdoğan'ın bu tür komploları TSK'nin zaten yıpranmış olan itibarını daha da zedeleyecektir.

AKP Hükümeti ve Erdoğan kirli bir oyun oynuyor. İktidar meşruiyetini yitiren, Türkiye'yi eskisi gibi yönetemeyen Erdoğan, sindirdiği ve teslim aldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'ni, kendi siyasi geleceğini kurtarmak için bir araç olarak kullanıyor.

Hızla yalnızlaşan, daha açık bir ifadeyle içeride ve dışarıda kendisini destekleyen güçlerde büyük bir daralmayla karşı karşıya kalan AKP ve (özellikle) Erdoğan, belli ki bir çıkış arıyor. Bu nedenle Erdoğan ve AKP Hükümeti, Türkiye'yi karanlık bir operasyonla “olağanüstü hal” rejimine doğru sürüklemeyi planlıyor.

Çünkü kısa süre önce ağır bir seçim yenilgisi yaşayan Erdoğan ve AKP'yi olası bir siyasal çöküş ve tecrit durumundan çıkaracak gelişmelerden biri de Türkiye’yi bölgede bir maceraya sürüklemek olacaktır. Daha somut bir anlatımla, düşük yoğunluklu da olsa Suriye ile girişilecek bir savaş, AKP'ye hem bir olağanüstü hal ilan etme imkânı sağlayacak hem de bu gerekçeye ve hukuka yaslanarak, hükümetsiz kalan ülkeyi erken seçime götürmek üzere Meclisi feshetme olanağı sunacak.

Bu kirli senaryonun yaşama geçirilebilmesi için Erdoğan'ın elindeki tek araç Türk Silahlı Kuvvetleri'dir. Yani komutanlarını ve en parlak personelinin bir bölümünü sahte kanıtlar ve darbe suçlamalarıyla tutukladığı, dolayısıyla itibarını beş paralık ettiği TSK, Erdoğan'ın elindeki tek alettir.

Görüldüğü kadarıyla TSK'nın mevcut komuta kademesi, AKP Hükümeti ve Erdoğan'ın bu kirli planının bir parçası haline getirilmesine itiraz etmiyor. Suriye'de dinci gericilere ve emperyalist saldırganlığa karşı, deyim uygunsa onur savaşı veren ve bir vatan savunması yapan Beşşar Esad rejimine karşı TSK’nın haksız bir operasyon düzenlemesinin başka bir anlamı yok.

Daha önce de şeriatçı örgütlere karşı savaşan Suriye uçaklarını düşüren TSK, gerçekte kendi değerlerine, geleneklerine ve bağlı olduğunu ilan ettiği Cumhuriyetin ilkelerine aykırı hareket ediyor.

Oysa Suriye'de kirli savaşın bir parçası olmak TSK'ya onur kazandırmayacaktır.

Bölgede IŞİD, El Kaide, El Nusra ve Esad'a karşı savaşan her türden cihatçı güce destek vermek TSK'nın işi değildir.

TSK ya Cumhuriyet'in ordusu olacaktır ya da AKP'nin ve dinci gericiliğin silahlı gücü!

Bunun ortalaması yoktur.

Cumhuriyetin bütün kurumları böyle bir tercihle karşı karşıyadır. İhanet edenin geleceği de olmayacaktır.

Liberal ideolojik hile


Açalım…
Kurulu düzene ve cumhuriyete tarihsel olarak iki itiraz vardır; Birincisi insanlığın ve cumhuriyetin bütün ilerici kazanımlarını ve birikimini içererek aşmayı amaçlayan eleştiridir.

Bu eleştiri tarihsel bakımdan ilerici, kategorik olarak ise devrimci bir itirazdır. Cumhuriyeti toplumcu, özgürlükçü ve eşitlikçi düzene taşımayı amaçlar. Bu sosyalist bir düzendir.

İkinci itiraz ise tarihsel olarak gerici, kategorik bakımdan karşı devrimci eleştiridir.

Totaliter, dini doğmalara dayalı, kadının köleleştirilmesine dayalı anti-demokratik bir ortaçağ rejimi kurmayı hedefler. İşte liberaller ve sol liberaller ideolojik ve politik hileyi tam bu noktada yaptı.

Devrimci ve ilerici eleştiri ile gerici ve karşı devrimci eleştiriyi formel (biçimsel) bakımdan aynı zeminden yola çıkan demokratik itiraz gibi sundular.

İlerici eleştiri ile gerici eleştiriyi eşitlediler.

Ortadoğu’da Sünni/Vahabi ekseni girişimi


Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti, TSK’yı Türkiye Cumhuriyeti’nin temsil ettiği bütün değer ve ilkelere düşman olan güçlerin yanında, Ortadoğu’da bir mezhep boğazlaşmasının tarafı haline getirmeye çalışıyor. Erdoğan ve AKP, TSK’yı, Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte kurmayı hedefledikleri, ABD tarafından da desteklenen Sünni/Vahabi ekseninin silahlı gücüne dönüştürmeyi planlıyor.

Çünkü, AKP ve Erdoğan'ın fanatik mezhepçi bir ihtirasla yıkmak istediği Suriye’deki Baas rejimi, bütün kusurlarına karşın, Arap dünyasındaki son laik ülkedir. TSK Suriye’deki laik rejime karşı yürütülen kirli savaşın, mezhepçi bir karşı devrimin parçası haline getirilmek isteniyor.

Bu tabloda en vahim olanı ise, TSK komuta kademesini elinde tutan kadronun da bu “halk ve cumhuriyet düşmanı” siyasal ekibin bir parçasına dönüşmeye başladığını görmektir.

Oysa Erdoğan ve gerici ekibi, bu ülkenin çocuklarının hayatları üzerinden kumar oynuyor.

Ankara kulislerinde bölgeyi kan gölüne çevirecek bir tertibin nasıl kurulacağı konuşuluyor.

Hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk çiğneniyor. Suç işleniyor.

İhtiyacımız olan şey, yaratıcı yıkıcılıktır

Türkiye’de her hangi bir iktidar değişikliği, on yıllara yayılan, tarihin akışını ve toplumun genetiğini deforme eden bozulmayı ortadan kaldıramaz. Köklü ve radikal bir dönüşümü yapacak, toplumu yeniden tarihin aktığı yatağa taşıyacak bir iktidar değişikliğine ihtiyaç var.

Eski rejime, zihniyet dünyasına, ortaçağ değerlerine ait olan bütün kurumları ve değerleri bir kez daha ve köklü şekilde yıkmadan yeni bir gelecek kurmak imkânsız.

Sadece özgürlükçü, eşitlikçi ve toplumcu değil; temiz, aydınlık ve modern bir gelecek kurmak, insan aklını ve onurunu yeniden bu ülkenin yurttaşlarına iade etmek için bile bütün karşı devrim kurumlarını yıkmak, başta dinci yobazlık olmak üzere her türden gericiliği tasfiye etmek gereklidir.

Dolayısıyla bugünlerde çokça sözü edilen “uzlaşma” kavramının içinde taşıdığı bütün iyi niyete karşın bir anlamı bulunmuyor.

Dürüst bir tarihsel ara bilanço çıkarmadan, insanlığın bütün ilerici birikimine karşı savaşan gericilikle kesin bir hesaplaşmaya gitmeden Türkiye’nin yeni bir gelecek kurması mümkün değildir. Osmanlı-Türk modernleşmesi ve aydınlanma atılımıyla gericiliğin giriştiği yüz yıllık tarihsel hesaplaşma tamamlanmadan Türkiye’nin 21. Yüzyılda yoluna devam etmesi çok zor. Çünkü ikiyüzlü bir toplum ve ülkenin daha fazla ayakta kalması imkânsızdır.

TSK’nın çizginin hangi tarafında duracağı işte bu bağlamda bir anlam taşır. Demokrasinin ve modern değerlerin yanında mı, Ortaçağ karanlığının safında mı?

Herkes, her güç ve her kurum tercihini yapmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar