Davutoğlu, Kılıçdaroğlu başbaşa görüşürse…

Koalisyon bir uzlaşma kültürüdür! Koalisyon; küçük nüanslarla birbiriyle ayrışan, aynı dünya görüşüne sahip ve aynı tabana dayalı siyasi partilerin uzlaşması değildir.

Soyadları aynı olup adları farklı, amiyane tabiriyle “tıpkısının aynısı” partilerin siyaseten uzlaşamaması diye bir sorunu olamaz. Eğer böyle bir sıkıntı varsa, bunun tek nedeni, lider ya da parti yönetimlerinin kendi egolarıdır.

Öte yandan bu tür koalisyonların, ülkenin bütünlüğü, huzuru, iç barışı ile dirlik ve düzeni adına yararlı olamadıkları da ortadadır. Türkiye, geçmişte bunu yaşadı. Bunun en tipik örneği, ‘70’li yıllardaki “Milliyetçi cephe” hükümetleridir. Toplumda, “ayrışma ve cepheleşmelere” yol açmışlardır.

***

Teşbihte hata olmaz; Einstein der ki;
“Aynı deneyden farklı sonuçlar beklemek aptallıktır!”
Bu bağlamda, 7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan parlamento yapısından olası bir AKP – MHP hükümetinin, ülkeye yarar sağlayacağı kanısında değilim. Zira, her iki parti de sağ muhafazakar ve mukaddesatçı partilerdir. Böyle bir hükümetin, 13 yıldır “tek başına” Türkiye’yi iyi yönettiğini öne süren AKP hükümetlerinden hiçbir farkı olmaz. Ve bu formülden bir “toplumsal uzlaşma” çıkmaz. Böyle bir ortaklıkta partiler arasında doğabilecek görüş farklılıkları ise yukarıda da belirttiğim gibi sadece “kişisel egolar”dan kaynaklanır.

Dolayısıyla, eğer tüm ülkeyi kucaklayacak bir “toplumsal uzlaşı” arzu ediliyorsa, kurulması gereken hükümet, “süresi önceden belirlenen” bir AKP – CHP hükümetidir. Ve bu hükümete HDP de destek olmalıdır! Kaldı ki en büyük ortak paydanın Türkiye olduğu bir yerde, siyasi partilerin birbirlerine “düşman gözüyle” bakması mümkün değildir.
Peki, bu o kadar kolay mıdır?

Hayır!Tıpkı, savaş sonrası, barışın tesis edilmesi gibi zordur. Zordur ama imkansız da değildir. Evet, bu partiler arasında bir “güven sorunu” vardır. CHP, AKP’ye, AKP de HDP’ye güvenmiyor. En azından bugüne kadar böyle bir görüntü verdiler. Ancak, 7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan tablo, bu olumsuzluğu ortadan kaldırmayı öngörüyor.
Bu bakımdan, koalisyon çalışmalarının ilk turunda siyasi parti liderlerinin, heyetler halinde değil, “baş başa” görüşmesinin daha yararlı olacağını düşünüyorum. İkili görüşmelerde liderler, kendi aralarında “güven artırıcı önlemleri” tespit edebilirler.

***

Öyle anlaşılıyor ki CHP lideri Kılıçdaroğlu, hükümeti kurmakla görevlendirilen Davutoğlu’nun kendisini ziyareti sırasında, daha önce açıkladığı 14 maddelik ilkeleri önüne koyacak. Ve bu ilkeler çerçevesinde bir araya gelebileceklerini söyleyecek. Doğaldır ki Davutoğlu, bunlara bakacak. O da, kendi “olmazsa olmazları”nı ve olabilecekleri dillendirecek. Böylece nerede bir araya gelebildiklerini, nerede ayrıştıklarını görecekler.
Düşünüyorum da CHP’nin ilkeleri arasında bulunan, “yargıya ve adalete yeniden saygınlık” kazandırmak, yolsuzluk ve hırsızlıkların üzerine gitmek, dış politikadaki sorunları çözmek, işçi, köylü, memur ve emeklinin daha iyi yaşamasına katkı sağlayacak önlemler almak gibi başlıklara kim itiraz edebilir? Davutoğlu, belki kimi ayrıntılara takılabilir ama “topyekün” bunlara karşı çıkmaz. Ve bir uzlaşı zemini bulunur kanaatindeyim.
Yok eğer taraflar, seçmenin verdiği “uzlaşın” mesajını kulak ardı eder de ortaya kendi kırmızı çizgilerini koyup inatla ısrar ederse, mesel bitmiştir. Doğru, erken seçime! Zaten, başka da çare yoktur. Ve emin olun, o seçimde, “uzlaşıyı reddeden” ve “çözümsüzlüğü çözüm” olarak dayatan partiler sandıkta kalır! Yeni yapılan kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar