Süleyman Karan

Süleyman Karan

Değerli yalnızlıktan külliyen değersizliğe

Dünya tarihinin çöplüğü böyle faşizan, gerici, hayalci ve kanlı strtaejilerle doludur. Sadece son yüzyılda bu tarz otoriter rejim ve diktatörlüklerin, çöküş öncesinde dış politikada rezil oldukları, tabii uluslarını da rezil ettikleri sıkça görülmüştür. Güney Amerika’nın askeri diktatörlükleri, ülkeyi kana boğmakla yetinmemiş, komşularına da bulaşmaktan geri durmamıştır. Zira faşizmin ve ondan feyz alan her tür otoriter gerici rejimin dış politikası, bir tür şizofreniyle ahmaklık arasında gitgelden oluşur. Örnek verelim hemen; Arjantin...

Koyunların adasında milliyetçilik oynamak


Arjantin’de bir askeri darbeyle yönetime el koyan General Jorge Rafael Videla ve General Roberto Eduardo Viola, binlerce muhalifi öldürmelerine, her türlü baskıyı uygulamalarına rağmen, ülkeyi yönetemez olunca, bir yandan komşu ülkelerle kriz yaratırken, birkaç bin koyunun yaşadığı Malvinas Adaları’nı, Britanya’dan kurtarmak gibi bir maceraya girişmişti. Falkland Adaları’nı Britanyalı emperyalistlerden kurtaracak, tekrar milli kahraman olacak, bu arada da milleti ‘vatan, millet, Malvinas’ diye uyutacaklardı. Bu ‘anti-emperyalist’ soytarılar, tabii ki ABD’nin uşağıydı ve artık Washington’ın bile bu beceriksiz su katılmamış katillerden sıtkı sıyrılmıştı. O sırada Britanya’da da işler karışıktı. Demir Leydi, ‘parasalcı’ neoliberal politikaları hayata geçirmek için halkın anasından emdiği sütü burnundan getirmek için kolları sıvamıştı. Bu iki aptal generalin bu çıkışı, Batı demokrasisinin görüp göreceği en tehlikeli kadın lider için sanki altın tepside sunulmuş ballı börekti. Savaşın ilk günlerinde, bir-iki başarı da yakaladı Arjantinliler, ama tabii sadece geçici zaferler... Bu iki faşist general, goygoyla savaş kazanacağını sanıyordu. Ama zaten uşaklık ettikleri ABD onları gözden çıkarmıştı ve karşılarında acımasızın ötesinde bir Demir Leydi vardı. Arjantinliler’i koyun otlaklarında kana boğdular!

Yeniligi, halkın zaferi oldu


Britanya zaferi, garip ama Arjantin halkının zaferi oldu. Cuntayı başlarından defettiler, işkence ve korku dönemi sona erdi. Yavaş yavaş yaralarını sarmaya başladı ülke, bir yandan maceracı faşist generallerin yüzünden boşu boşuna ölen askerlerine de göz yaşı dökerek...

Faşistler, ellerinde devlet gücü olduğunda gözü kara beyinsiz bir türdür. Sanarlar ki, sadece silah zoruyla hükmettikleri ülkeleri gibi tüm dünyaya hükmedebilirler. Yine sanarlar ki, emperyal bir geleneğin mirasçılarıdır. Mesela bugün yaşasa, soytarı bir meczup muamelesi görecek Adolf Hitler’in kendini bir ara Nordik tanrı Odin sanması ve en azından çevresindeki ahmak Naziler’in de buna inanması gibi... Bu saçmalık, faşizmin değişmez kuralıdır. Çamurdan olsa da lidere tapmak gerekir. Bir çavuş kadar askeri strateji bilgisi olan biri bu sebeple, deneyimli generallerini iplemediğinde ve Barbarossa Harekatı gibi dev bir askeri harekatın başına geçtiğinde, kimse ses çıkarmamıştır. Kızıl Ordu, Berlin’i yerle bir ettiğinde, bu vatan hainleri ancak aymıştır ki, artık çok geçtir. Tıpkı diktatörlerin en palyaçosu Mussolini’ye tapanlar da, metresiyle birlikte Duçe’nin ölüsüne tüküren halkı gördüklerinde aydıkları gibi... Bu tarihin değşimez kuralıdır, faşistler ahmaktır, halkı da aptala çevirirler, çok kan dökerler, sadece kendi çöplüklerinde eşelenmez, bölgelerini de kan gölüne çevirirler. Ama her zaman son durak, üzerlerine çekilen sifon olur!

Konjonktüre duacı olalım!


Neyse ki artık emperyalizmin klasik döneminden postmodern dönemine geçtik de, bir manyak yüzünden dünya savaşı çıkmıyor, neyse ki dünya dengeleri o kadar oynak ki, tek bir ülke, tüm bir bölgeye tek başına, bir maşayla ayar veremiyor. İşte bu yüzden çok şanslıyız. Ne Arjantin halkı kadar azap çekiyoruz, ne Almanlar kadar büyük bir utanç taşıyoruz, ne de İtalyanlar kadar maymuna dönüyoruz. Onlardan iyi ya da akıllı olduğumuz için değil, sadece tarihsel süreç buna müsade etmediği için...

Bakın nasıl? Malvinas yerine Türkmenili’ni koyun, hani hâlâ Bayır-Bucak, Bayırbucak ve Bayır ve Bucak mı, doğrusunu bile bilmediğimiz şu soydaş toprağını... Britanya yerine de Rusya’yı... Geçmişte olsa ve bu siyasal İslamcı otoriter rejim fırsat bulsa mutlaka oraya asker sokar ve Rusya da yine bir diktatörün hegemonyasında olduğu için, çok kan dökülür ve büyük bir yenilgi alırdık. Ama neyse ki, konjonktür böyle değil. Öncelikle kuklanın efendisinin gözü kara değil, yani buna ABD izin vermedi. İki kuklanın kuklası, yani Türkmenler diye lanse edilen, ama bildiğiniz üç-beş ülkücü eskisiyle yandan yemiş alperenin böyle bir cesareti ve gücü yoktu. Sonuçta bir pilot öldürmekle kahramanlık naraları atan it kopuk, belki gelecekte Türkmen halkının karşı karşıya kalacağı asimilasyonun müsebbibi oldu. Ve şimdi, ısıramadığınız eli öpme vakti geldi. Durum bu...

Akıl aramayın, umuda kapılmayın!

Bir musibet bin nasihatten iyidir hesabı, Ankara belki de ilk kez ABD’nin ve AB’nin kanlı oyununa maşa olmaktan vazgeçecek gibi... Ne yazık ki 400 bine yakın Suriyeli öldükten sonra, Sünni bir Suriye hayalini o pis çıkınlarına koyup, mantıklı hareket etmenin zorunlu olduğunu anladılar. Şimdi yeni bir dönem başlıyor Ortadoğu’da, tabii ki bu kaygan zeminde neler olur bilinmez ama en azından Vahabi çeteleri döktükleri kanda boğulacak. Umarız, parçalanmamış bir Suriye ile barışa varılacak. Kürtler de belki, ABD’ye bu kadar yakın durmaktan vazgeçecek. Şu an gördüğümüz, berbat bir siyasi heyet tarafından yönetilen bu ülkenin, bu heyete rağmen bu macerayı ucuz atlattığı... Şimdilik, çünkü yukarıdaki örneklerde de belirttiğimiz gibi, faşizmin aklı yoktur, her an her saçmalık beklenebilir!

Önceki ve Sonraki Yazılar