Süleyman Karan

Süleyman Karan

Demokrasi iğdiş edilmişken inovasyon ve esneklik mi olur?

HER GÜN ekonomi çevrelerindeki sohbetlerde en çok duyulan sözcük ‘Endüstri 4.0’. “Bu kez ekonomideki büyük dönüşümü yakalamalı, Endüstri 4.0’a adapte olmalıyız. Adapte olamayan rekabet gücünü kaybedecek” benzeri cümleler sürekli tekrarlanıyor. Zira yeni bir üretim sürecine giriliyor.
Ekonomide, üretim araçlarının dönüşümüyle yaşanan yeni çağların başlangıcı, büyük bir sıçramayla birlikte büyük sorunları da getiriyor. Söz gelimi, atölye üretiminden makineleşmeyle birlikte fabrika üretimine geçiş gibi… Yüzbinlerce zanaatkârın malsız mülksüz kalıp proleterleşmesi, aynı şekilde küçük arazi sahibi çiftçilerin taşrayı terk edip, şehirlere akmasıyla birlikte, hem proleter ordusuna eklemlenmeleri hem de varoşlarda yedek işgücü olarak zorlu bir hayatla yüzleşmesi… Charles Dickens’ın romanlarındaki Britanya tasviri bunun en güzel betimleridir. Garip bir şekilde, bir buçuk yüzyıl sonra, Çin Halk Cumhuriyeti’nin hâlâ ne anlama geldiğini anlamakta güçlük çektiğimiz ‘serbest piyasa sosyalizmi’ ortamında, Guanju, Şenzen gibi sanayi şehirlerinde yaşanan tablo da bu Dickens’vari betimlere çok benzerdi.

İyi güzel de, ya istihdam?..

Makineleşmenin ardından bu kez Henry Ford’un bant sistemiyle, kapitalizm yeni bir evreye girdi. Ford tam bir mühendis kafasıyla, en hızlı ve tek tip üretimi gerçekleştirip, işçiyi bir insandan bir çarkın dişlisine dönüştürürken, aynı zamanda geniş kitlelerin satın alabileceği ürünlerin seri üretimini hayata geçirirdi ve bu arada işçilerin suyunu çıkardı.
Sonrasında en büyük dönüşüm tabii ki Bilgi Çağı ile geldi. Belki de yazının keşfi kadar büyük bir dönüşüm… Ama şunu biliyoruz ki, büyümeyle istihdam arasındaki korelasyon da bu sebeple fena halde bozuldu. Şimdi ise sırada Endüstri 4.0 var, artık Bilgi Çağı gibi üretimi dolayımsal olarak değil, doğrudan etkileyecek bir dönüşüm... Robotlar yüz milyonlarca işçinin işini elinden alacak, yapay zeka da öyle… Nesnelerin interneti hizmet sektöründeki istihdama ciddi bir darbe indirecek. Evet insanlık gelişecek ve yine insanlık ağır bir bedel ödeyecek.
7. Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde de temel konulardan biri işte buydu, ‘Gelecek’ teması altında çok detaylı olmasa da tartışılan... Konuşmalarda risklerden çok fırsatlara vurgu yapılması belki de en önemli eksikti. Yine de yeni döneme adaptasyon üzerine ortaya konan fikirler önemli… 

Değişim kapıyı bir defa çalar!

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, küresel fırsatların, gelişmelere hazırlığı olanların önüne geldiğini söyleyip ekledi: “Dijitalleşmenin ve teknolojik gelişmelerin getirdiği değişiklikler küresel ekonomiyi muazzam etkiliyor. 10 yıl önce var olmayan şirketler, şu an dünyanın ana ekonomik aktörleri oldu. İnternetle beraber bir çağ kapandı, yeni bir çağ açıldı. Ne iş yaparsak yapalım, teknolojiy kullandığımız derecede fırsatlar oluşuyor.” Evet genelgeçer bir doğru, ancak yetmiyor! Söz gelimi kendi yazılımınız yoksa, şirketlerin yapısı buna uyum sağlamamışsa, yönetim sistemleri hâlâ Bilgi Çağı’nın esnekliğine ve kurallarına uyum sağlamamışsa istediğiniz teknolojiyi getirin, bu iş olmayacak. Yani hem şeffaf, özgür bir siyasi yapıya sahip ülke, hem de hiyerarşi piramidini ters çevirmiş şirket yönetim anlayışı olmadığı sürece, teknoloji sadece bir süs olmaya mahkum. Ve Türkiye’de iş dünyasında böyle bir yapısal dönüşüm henüz gerçekleşmiş değil. Yani mesele salt teknolojik altyapıyla çözülecek cinsten değil, hele ki ceberrut bir devlet, iş dünyası üzerinde baskıyı artırmayı bir gelenek haline getirmeye başlamışsa… 
Tekstil sektörü artık en büyük ihracatçı üretim sektörü olmasa da, Türkiye ekonomisini bugünlere getiren ve aynı zamanda hâlâ en önde gelen sektörlerden biri… Koton Yönetim Kurulu Üyesi Gülden Yılmaz, “Batı dünyasının teknolojik gelişmeler, özellikle robotik üretimle kendi kendine daha yetebilir hale gelmesi. Bu beyaz yakalıları tehdit eden bir durum. Ağır ve hantal yapılar küresel ekonomideki belirsizlikleri göğüslemede zorlanacak, esnek şirketler ise bu dönemde daha şanslı olacak” diyor. Ve tabii ki katma değerli ürünlere yönelmek gibi hedefleri olduğunu da belirtiyor. Katma değerli ürün dediğiniz markalaşmış, yüksek kâr marjıyla pazar bulabilen ürün demek. Peki öyle mi bizim tekstil sektörü, mesela İtalyan, Fransız markalarıyla aşık atabiliyor mu? Yok. Ama tabii Mısır, Bangladeş gibi ülkelerin tekstil ürünlerine göre daha katma değerli… Bu katma değer, zaten alt ürünlerin emek ve hammadde ucuzluğu sebebiyle başka ülkelere devrinden kaynaklı, biz yerimizde sayarken, görece katma değerli ürün üretirmiş gibi görünüyoruz. 

Gazla dönüşüm olmaz

Deri giyim sektörü, görece katma değeri yüksek ürünler üretebilen bir sektör. Bu sektörün önde gelen isimlerinden Derimod Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Zaim, bardağın boş tarafını açık açık göstermeyi seven bir iş insanı sayılır. 7. Uludağ Ekonomik Zirvesi’nde de aynı rolü üstlendi ve iyi ki de öyle yaptı. Zira kendimizi gaza getire getire katma değerli ürün üretilmiyor. Zaim, ilk başta ana hedeflerinin Rusya pazarı olduğunu ama ilk zamanlar hiç iş yapamadıklarını söyledi. Ardından da ekledi: “Ülkemizden ne zaman birkaç Nobel sahibi bilim insanı çıkarsa, ne zaman olimpiyatlarda madalya kazanan birçok atletimiz çıkarsa, işte o zaman global tekstil markalarımız da çıkar.”
İşte aslında meselenin temeli de burada… Özgürlük ve demokrasi olmadan, baskıcı devlet anlayışıyla zoraki büyümeye gaz vermiş bir ülkeden, ne inovasyon çıkar doğru dürüst ne de esnek piyasa… 

Önceki ve Sonraki Yazılar