Din, afyon, hile...

Karl Marx “Din halkın afyonudur” demeden önce iki uzun cümle kurmuştu; “Dinsel çile, tek başına ve aynı anda gerçek ezanın bir ifadesi, hem de gerçek ezaya karşı bir başkaldırıdır. Zulm edilen yaradılanın hıçkırması, vicdansız bir dünyanın vicdanı, ruhsuz koşulların ruhudur...”

Türkiye’de politik örgütlenmenin çöküşü 70'li yılların başına uzanıyor.
Orgeneral Memduh Tağmaç’ın “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı” vecizesi 15-16 Haziran 1970'deki büyük işçi ayaklanmasının hemen ardından edildi. Ayaklanmayı sağlayan yaklaşık 5 bin işçi önderi, kara listelere alındı, fabrikalardan, üretimden uzaklaştırıldı.
12 Mart'tan sonra hükmünü 1990'lı yılların ortasına, hatta daha ötesine kadar sürdüren 12 Eylül partilerle, siyasetle, sendikalar, dernekler arasında bağların koparıldığı, klasik siyasetin ve klasik siyasete ait “Kimden yanasın?” sorusunun yerle bir edildiği bir dönemdi.
Yeni soru “Kimsin?” oldu ve bu sorunun karşılığı “Cemaat dayanışmasına” benzer bir örgütlenmeyi, siyaset biçimini getirdi.

Milli Görüş hareketi “Kimsin” sorusuna verdiği cömert yanıtla, hızla büyüdü.
Yüzde 8'lik çekirdeği, özellikle “yenilikçilerin” getirdiği açılımla yüzde 21.75’e kadar yükseltti.

Yenilikçilik “Kimsin” sorusuna verilecek cevabı beklemiyor, kişilerin partiden içeri girdikten sonra da bu dönüşümü yaşayabileceklerini öngörüyordu.
Neoliberal sağ partilerin 12 Eylül’ün çizdiği sınırlarda ezilenleri daha da ezdiği, medyanın ve finans oligarşisinin biçimlendirdiği politikada, siyaset giderek bir gösteriye dönüşürken, “Ne taraftasın” sorusu demodeleştiriliyor, “Kimsin” sorusu ise politikayı şekillendiriyordu.
Çok tartışılacak 28 Şubat darbesi, ardından iki büyük ekonomik krizle vicdansız dünya daha da ‘vicdansız’, ruhsuz dünya daha da ‘ruhsuz’ hale geldi.
Milli Görüş'ten kopan AKP, cemaat dayanışmasına benzer organik örgütlenmeyle politikayı, hakları, hukuku, hemen her türlü geleneği tarif edilemeyen tuhaf bir ‘çıkarlar’ potasında eritti.

“Kimsin sen” sorusuna yanıt vermek daha kolaydı.
Birbiriyle çatışan, asla uzlaşmayacak gerçek çıkarlarla, bu çıkarların temsil edilmesi gereken siyasal düzlem arasındaki bağlar koptu.
Çünkü öyle olması gerekiyordu, çünkü ‘devlet’ mutlaka küçültülmesi gereken bir kötülük olarak betimlenirken, asıl hedef ‘kamusal alandı’.
Küçülen, tahrip edilen, işlevsizleştirilen sadece kamusal alan oldu.
Devletin ‘kamusal’ nitelikli malları özelleştirilerek yağmalandı, kamusal nitelikli hizmetleri ‘ticarileştirildi’, kamusal denetim mekanizmaları ‘felç’ edildi.
Kamusal alanda, kamu vicdanıyla yapılması gereken ne kadar iş varsa, özel vicdanlara terk edildi.

Depremzedelerden, yoksullara, afet mağdurlarından, kız çocuklarına kadar her şey ‘özel vicdanlara’ bırakıldı.
Fakat bütün bunlar olurken, devletin ‘sopası’ büyüdü, işlevselliği artırıldı, kullandığı simgesel şiddet de, fiziki şiddet de kamunun aleyhine giderek arttı.
Nefes alışımızı bile izleyen elektronik donanımlarla, TOMA'ların, copların, biber gazlarının şiddeti paralel olarak arttı.

“Herkes önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yapma hakkına sahiptir” diyen Anayasa maddesi bu gösterinin komik bir unsuru olarak binlerce defa çiğnendi.
Şimdi, iyiden iyiye gösteriye dönüşen siyaset, bilgisayarların kontrol ettiği seçimlerle, medyanın iğdiş ettiği kalabalıklarla yapılıyor.
Televizyon dizilerinin esas karakterleri ‘öldürüldüğünde’ gıyabi cenaze namazı kılan kalabalıklar, şimdi sanal bir toplumun fertleri olarak siyaseti belirliyorlar... Siyasetle olan bağları, televizyon dizilerindeki karakterler kadar gerçek, ya da yalan!
İşte böyle bir düzlemde, bir ‘mucize’ yaşadık.
Kaybeden, oyu eksilen kim varsa AKP hanesine yazıldı.
HDP'nin de, MHP'nin de oyları AKP’ye aktı.
Yetmedi, baraj altı partilerin seçmenleri de bu ‘mucizeye’ katıldı.
Yetmedi, geçen seçimlerde oy kullanmayanlar geldi AKP için oy kullandı.
Yetmedi, geçen seçimlerde geçersiz oy kullananlar bu defa doğru yere bastı, oylar AKP’ye gitti.

Seçsis ile Mernis kayıtlarındaki farkı, Seçsis’in denetlenmemesini, aradan 48 saat geçtiği halde YSK’nın geçici sonuçları açıklamamasını falan boş verin...
Mucize kabilinden ‘temiz iş yaptılar’...
Tabii ‘mucizelere’ inanıyorsanız...

Önceki ve Sonraki Yazılar