Direnenler kalır

Referandum oylamasına sayılı günler kaldı.
Günlerdir iki sözcük toplumu ikiye ayırdı.
‘Evet’ mi ‘Hayır’ mı?
Hayır, çalışmaları için Anadolu şehirlerinden birine giderler. Öyle bir şehir ki merkezi sağ olsa da bazı ilçelerinde solun sesi güçlüdür. Hatta anımsar o şehrin bazı ilçelerine o yılların damgalama amaçlı sözlerinden olan “Küçük Moskova” denir. Bu söz söylenince bilinir ki orası solun kalesidir.

Kahrolası! 12 Eylül Darbesi solun üzerinden öyle geçer ki uzun yıllar sol kaleler kale olmaktan çıkar.
Hatta solun belini kıran paşalar yıllar sonra röportajlarında bunu açıklamaktan çekinmezler.
Gün gelir onlar da paşa paşa yargılanırlar.
‘Hayır!’ çalışması onu Anadolu’nun geçmişte “Küçük Moskova” diye bilinen ilçesinde halkla buluşturur. Bir çay molasında ilçenin halkıyla kahvede söyleşirler. Orta yaşlı bir bey, “Hanım kızım, ‘Ben ülkemin geleceği için, torunlarım için, Cumhuriyet’imiz için ‘Hayır’ oyu vereceğim. Gel gör ki üzgünüm, bir zamanlar burada devrimcilerin abisi olan damadım ne yazık ki benimle aynı oyu kullanmıyor.’
Bunu duyan kadın hiç şaşırmaz çünkü geçmişte onun devrimci arkadaşlarının bazıları;
Cem Yılmaz’ın reklamında dediği gibi “tamamen duygusal” davranıp güçlünün yanında yer almakla kalmayıp bir de güçlülerin kara kutusu olmuştur.
Yine de o kahveden umutlu çıkar. Bir kayınbaba; damadının yüreğine dokunan tavrını kahvede arkadaşları içinde açıklıyorsa bu topraklarda umut çiçekleri açmayı sürdürecektir.
O umut çiçeğinin güzelliğiyle esnafı dolaşmayı sürdürürler. Bir lokanta sahibi hoş geldiniz diyerek onlara takılır. ‘Karanfiliniz yok, kahveniz
yok, içinde hediyeniz yok. Söyleyin bakalım siz ne getirdiniz?’ diye sorar.
Kadın dayanamaz yüreğinden kopan cümleyi söyler:
‘Demokrasi sevdamız adına bilgi getirdik!’
Konukseverlikle uğurlansalar da kadın hüzünlenir.
Zaten kadının öyküsü de hüznün coşkusudur!
Bir başka esnafa elini yine sevgiyle uzatıp, çocuklarımızın geleceğinin karartılmaması için ‘hayır ’için buradayız, diye hayırlı çalışmalar diler.
Dönüş yolunda haberleri dinlemeye koyulurlar.
‘Başbakan şu sanatçılarla görüştü.’
‘Ana muhalefet lideri de şu sanatçılarla buluştu.’

İçinde eyvah ki eyvah diye söylenir.
Toplumun önünde olması gereken sanatçılar bile ikiye ayrıldı.
Gerçek sanatçı halkının yanında olmaz mı?
Meğer güç zehirlenmesi onları da sarmaşık gibi sarmış sarartmış.
Yılmaz Güney’in çok sevdiği sözünü anımsar:
“Kralın sofrasında soytarı olacağıma, halkın kavgasında eşkıya olurum.”
Sanattan nasiplenen sanatçının ne işi olur sarayla?
Sanatçı toplumu ayrıştıran, kutuplaştıran
değil birleştiren olmaz mı?
Siyasete önderlik etmez mi?
Toplumu sanatla soluklandırmaz mı?
Adnan Yücel’in direnç tazeleten şiirini bir daha okur:
“Saraylar saltanatlar çöker
kan susar bir gün
zulüm biter.
menekşeler de açılır üstümüzde
leylaklar da güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…”
Umudu kadınlar ve gençlerdir…
Umut kadınlar, yarınımız gençler; demokrasi
sevdamızdan vazgeçmeyelim!
Hayır özgürlüktür!
Özgürlüğümüzü tek adama vermeyelim!

Önceki ve Sonraki Yazılar