Dokunmak, dokunmamak

1991 yılında o zamanki SHP yönetimi, yeni kurulmuş olan Halkın Emek Partisi (HEP)'in meşru zeminlerde siyaset yapabilmesi ve toplumsal barışa katkı yapması amacıyla HEP ile seçim ittifakı yapmıştı. O dönemde parti yönetimindeki birçok arkadaş bu konunun partimize büyük bir zarar vereceğini ısrarla söylemesine rağmen o zamanki Genel Başkanımız Rahmetli Erdal İnönü, ''Ben, bu konuda parti çıkarlarından daha önce ülke çıkarlarını gözetirim. Belki partimiz bundan zarar görebilir ama ülkemizin birliği bütünlüğü ve toplumsal barışın sağlanması için bu ittifakın mutlaka yapılmasını istiyorum'' diyerek kesin tavrını koymuştu ve bu ittifak öyle gerçekleşmişti. Gerçi zaten o ittifak olmamış olsa dahi, HEP daha sonraki dönemlerde olduğu gibi bağımsız adaylar göstererek Parlamentoda temsil edilebilme yollarını arayacaktı. Nitekim bu ittifak kalıcı olamadığından dolayı daha sonraki dönemlerde, gerek HADEP, gerek DEHAP gerekse  HDP olarak bağımsız milletvekillerini seçtirdiler ve TBMM' de temsil edilebilme imkânına kavuştular. HEP Milletvekilleri parlamentoda temsil edildiği dönemlerde büyük ölçüde terör olayları yok denilecek kadar azalmıştı.

2 Mart 1994 tarihinde HEP Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve Milletvekillerinin tutuklanmasından sonra yeniden terör olayları tırmanmaya başladı. Ta ki 2009 yılına kadar her yıl daha da artarak devam eden bu terör ortamı, 2009 yılında Davos'ta,  önce inkâr edilen, sonra övünülerek kabul edilen o gizli görüşmeden sonra başlayan ''çözüm süreciyle''  birlikte artık bir sükûnet ortamı sağlanmış oldu. Bu süreçte, Kandil'e heyetler gönderilmesi, İmralı ile en yetkili kişilerin birebir görüşmelere başlaması artık gizlenmez oldu ve giden gelen heyetler görüşmelerle ilgili her seferinde basın toplantıları yaparak, gelişmeler hakkında kamuoyunu da bilgilendirmekten çekinmediler.  Bu süreçte gerek dönemin Başbakanı, gerek Bakanları, gerekse AKP sözcüleri Abdullah Öcalan'a övgüler yağdırmaya başlamışlardı. Hatta bu görüşmelerin Toplumsal barışımıza nasıl bir katkı sağladığını anlatmak üzere ''Akil adamlar'' heyetleri oluşturuldu ve bu Akil adamlar ülkemizin her yanını karış karış gezerek bu görüşmelerin gerekliliğini anlatmaya ve bu konudaki kamuoyu tepkilerini bertaraf etmeye çalıştılar. Hatta o dönemde Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan çıkarılarak, Bursa'da ki MİT lojmanlarında misafir edildiği dahi söylenmeye başlamıştı. En fanatik ülkücüler dahi, zaman zaman bu konuda kısık sesle tepkilerini dile getirmiş olsalar dahi, bu gidişatın sonunda bir barış ortamı sağlanacak ise, varsın yapsınlar noktasına gelmişlerdi.

Ne olduysa 7 Haziran seçimleri öncesinde yapılan kamuoyu araştırmalarında HDP'nin ülke barajını aşacağı ve AKP'nin tek başına iktidar olamayacağı gerçeği ortaya çıkınca birdenbire barış ortamı bozuldu ve Demokratik çözüm süreci yok oldu.

20 Temmuz'da  Suruç katliamı  ile başlayan ve Diyarbakır, Ankara, İstanbul katliamlarında yüzlerce yurttaşımızı kaybettik. Her gün gelen şehit haberleri, yetim kalan kundaktaki çocuklar, gözü yaşlı; analar, babalar, eşler, kardeşler hele ki  bölgede sokağa çıkma yasakları, yıkılan yakılan ilçeler, mahalleler, evsiz kalmış, işsiz kalmış çaresiz insanlar... Tam bir trajedi.

Şimdi bu ortamda katıldığımız toplantılarda, panellerde özellikle AKP yandaşları dönüp dolaşıp bizlere; 1991 yılında SHP' nin, HEP ile neden ittifak yaptığını ve PKK'yı, SHP'nin Meclise neden  taşıdığını soruyorlar. Sadece bununla kalınsa yine neyse, kendisinin görmediği ve  yaşamadığı, nasıl duymuşsa, babasından, dedesinden duymuş olduğu CHP'nin tek parti dönemindeki yalan yanlış olaylarını sorguluyorlar. İster istemez başta dediğim Alzaymır hastalığı aklıma geliyor. Bu adamlar yakın geçmişte kendilerinin yaşadığı dönemleri hiç hatırlamıyor da taa dedesinin döneminde uydurulmuş yalan yanlış olayları nasıl hatırlıyorlar?

TBMM'de görüşülmekte olan Dokunulmazlık konusuna gelecek olur isek, bu dokunulmazlıkların kaldırılması ile aslında kimlere dokunulacağını hemen herkes biliyor. Bu konunun gündeme gelmesinin  asıl nedeni HDP milletvekillerine dokunulmak içindir. Belki birkaç CHP Milletvekili de ''Cumhurbaşkanına hakaretten'' dolayı yargılanabilir ama AKP ve MHP milletvekillerine özellikle yargının bu şekildeki kuşatıldığı bir dönemde  dokunulmayacağını biliyoruz. Ben de 1994'de ki olayı hatırlatarak, HDP milletvekillerine dokunarak ve onları meclis dışına atarak ve içeri tıkarak bu sorunları çözmenin mümkün olamayacağını bir kez daha hatırlatmak istedim. Vurarak, kırarak, etkisiz hale getirerek ve  kökünü kazıma yöntemleriyle bu meseleyi halletmenin mümkün olamadığını 1984'den bu güne kadar 32 yıldan beri yaşayarak görmüş olduk. Eninde sonunda bu mesele 28 Şubat 2015 tarihindeki Dolmabahçe toplantısında olduğu gibi masa başında çözümlenecektir. Şimdi parlamentoda görev yapan ve meşru zeminde siyaset yapma niyetini gösteren Milletvekillerini etkisiz hale getirecek olursanız, o masaya çağıracağınız yetkili ve etkili kimseyi bulamayabilirsiniz. Bu konuyu en iyi bilebilecek olanda uzun süre Dış İşleri Bakanlığı yapmış olan ve bu meseleye sadece içeriden değil, dışarıdan da bakabilmiş  olan Başbakan Davutoğlu'dur.



Önceki ve Sonraki Yazılar