İkiyüzlü hukuk ve hamam tellakları

Malum, bizim gazetenin muhabiri Sami Menteş “hapishanedeki en genç gazeteci” unvanını aldı. Hem çalışıyor, hem okuluna devam ediyordu.

Artık herkes biliyor, elle tutulur tek bir suçlama yok hakkında. Tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması için yapılan gösteride yer almış. Parasız eğitim istemiş. Basın açıklamasına katılmış… Emniyet-Yargı-Hapishane “entegre tesisleri”, bu hak arama eylemlerine katıldığı için onu “terörist” diye yaftalayıp hapishaneye yollamakta sakınca görmemiş…

Evet, Emniyet, Yargı ve Hapishane müesseseleri artık tek bir “entegre tesis” olarak faaliyet yürütüyor. Yakalayan, yargılayan ve tutan arasında fark kalmadı. Başbakanın ihtirasla savunduğu “kuvvetler birliği” prensibi, söz konusu devlet üniteleri arasında tam bir uyum içinde çalışıyor…

Aslında insan düşünmeden edemiyor; hani koca bir ovaya koca bir bina inşa etseler, ki Silivri Hapishanesi bazı ek binalarla bu hale getirilmeye çok müsait, giriş kısmı Emniyet olsa, ardından bir koridorla “Yüce Yargı”ya geçilse, oradan da hücrelere başka bir koridorla bağlanılsa, “süreç yönetimi” çok daha başarılı olmaz mı? Hem o kadar devlet kurumu arasında “nakliye” sorunu ortadan kalkmış olur, devletimiz benzinden mazottan da tasarruf eder…
***
Biraz tuhaf gelebilir ama gazetede Sami için üzülen arkadaşlara da aynısını söyledim, Sami’nin tutuklanmış olması mesele değil. Onun gibi yüzlercesi var. Bir süre hapishanede yatacaklar. Sonra çıkacaklar. Sonra belki tekrar girecekler. Böyle dönemlerde, muhalif kimseler için hapishanede olmakla dışarıda olmak arasındaki sınır son derece belirsiz zira…

Hem dışarıdakiler ne yapıyor ki?

Bir “tımarhane demokrasisi” altında ne kadar özgür olabiliriz?

Sami Menteş, bizim sevgili genç kardeşimiz, yanı başımızda olduğu için, onu tanıdığımız için, onu sevdiğimiz, nasıl yaşadığını bildiğimiz, şakalaştığımız için, “suçsuz” olduğundan eminiz. Ya diğer binlerce genç? Kime dokunsanız bir uyduruk iddianame hikayesi duyuyorsunuz. Anneleri, babaları perişan vaziyette bekleyen binlerce genç insan…
***
Hem “suç” dediğiniz ne ola ki?

Bu memlekette, bir taşeron maden işletmecisi, üç kuruş daha kazanacak diye tüm güvenlik önlemlerini yok sayarak işçi çalıştırır. O işçiler grizu patlamasında, göçükte yaşamını yitirir. Başbakan çıkar, “Ölüm madencinin kaderinde var” diye taşeronu aklar…

Maden işçisinin acıdan ve öfkeden deliye dönen oğlu o taşeronun kafasına bir odun geçirdiği takdirde bunun adı “terör” olur. Babasını yitirmiş gencecik delikanlı ise “terörist”!

Parasızlıktan karnı midesine yapışmış bir öğrenci de susup kaderine rıza gösterirse “makbul”, “Açım!” diye bağırırsa “terörist” ilan edilir.

Bu düzenin ikiyüzlü hukuku ve onu aklamaya-paklamaya çabalayan hamam tellakları ne derse desin, durum bu kadar açıktır…
***
Size bir şey söyleyeyim mi? Biz bu “tımarhane demokrasisi”ne aşırı dozda maruz kalıyorsak, gençlerimizi böylesine ezdirdiğimiz içindir... Gençlerini ezdiren bir toplumun şırası çıkar, geriye leş gibi kokan bir posa kalır…

Not: Ben  26 Ocak Cumartesi günü saat 20:00’de, Sami Menteş için, ezilmeye çalışılan gençliğimiz için Taksim Meydanı’nda olacağım. Gelin, beraber olalım…

Önceki ve Sonraki Yazılar