
Mobese sistemi infaz aracı mı!?
Beyoğlu 2009 yılında mobese kameralarıyla donatıldığında, haber yandaş medyada ve TV kanallarında özel dosya olarak geniş yer almıştı. Verilen bilgilere göre, bu müthiş bir teknolojiydi.
Özel bir firma tarafından geliştirilen sistemde, Emniyet'in fişlediği kişilerin görüntüleri bir bilgisayara yükleniyor. Kontrol merkezindeki bu bilgisayara, bağlı kameralar, saniyede 15 bin kişinin görüntüsünü tarayıp, kalabalığa karışan suçlunun, aranan birinin ya da fişlenmiş kişinin yüz ölçülerini bir saniyede tespit edip, fotoğrafıyla birlikte ekrana taşıyor. Aynı anda fotoğraf ile görüntü yan yana geliyor ve yüz tarama başlıyor. Bu sırada tepe kamerası, söz konusu kişiyi takip ediyor. Görüntünün eşleşmesi halinde aranan kişi hemen tespit ediliyor.
Biraz daha açarsak, herhangi bir toplumsal olayda, Emniyet'in önceden elinde bulunan bolca fişlenmiş ismin, bu şekilde tespit edilebileceği anlamına geliyor. Olaylar sırasında görevli polislerin kasklarının içindeki mikrofonlardan, tespit edilen kişinin tarifinin yapılması ve polisin hedefi haline gelmesi son derece mümkün.
Üstelik HD özelliğe sahip, yüksek çözünürlükteki bu kameralar, 100 metreye kadar çok net görüntü veriyor. Gündüz renkli çekim yapabilen kameralar, gece de siyah beyaz çekim yapıyor. Bir bilgi daha; bu teknoloji İngiliz Scotland Yard’ın kapalı alanda kullandığı bir teknoloji. Türkiye’de ise ilk kez açık alanda kullanılıyor. Daha ilk kuruluşunda 850 bin Avro'ya mal olduğu belirtilen sistemin, sonraki eklemelerle ortaya çıkan maliyeti belli değil ama “halkın güvenliği” gerekçesiyle neredeyse tüm Türkiye’yi gözaltında tutmakta ve bir ‘cezalandırma’ aracı olarak kullanmakta gayet işlevsel olabileceği açık.
Sistemin, tam da 1 Mayıs öncesi kurulması da bu tezi güçlendiriyor. Tanıtım haberinde, bölgede polisler arasındaki koordinasyonu sağlayacak Mobese TIR’ının 1 Mayıs öncesi, Taksim Gezi Parkı’na konuşlandırıldığı haberi hak ettiği dikkati çekmedi.
Oysa, 1 Mayıs olaylarında, polisin resmen peşine düşüp, yarım kalan işi canlı yayında tamamlamaya çalıştığı ve başından ağır yaraladığı Dilan Alp, bugüne dek öldürülen 6 gencin ilki olabilirdi.
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun, Dilan’ı, elinde kamuoyuna açıklayabileceği hiçbir hukuksal belge olmadan ‘örgüt militanı’ ilan etmesi, fişlemenin adeta itirafıydı. Bu itirafın, Dilan’ın tesadüfen vurulmadığının da göstergesi olabileceği, en azından hafızalarımızın bir köşesinde durmalı.
Çünkü protestolarda öldürülen 6 gencin hepsinin Alevi olmasındaki ‘tesadüf’, bu farkındalıkla bağlantılı. Erdoğan’ın Suriye krizinin başından bu yana Alevileri, “Esed” üzerinden hedef tahtası haline getirmesinin, Emniyet ve bürokrasi kadrolarına yaptığı atamaları liyakat değil “İslamcı kimlik” önceliği ile belirlemesinin, ‘İmamın Ordusu’nu ülkücülerle revize etmesinin payı kuşkusuz göz ardı edilemez. Ama yine de hiçbiri, bu dramatik ve ölümcül ‘tesadüfleri’ açıklamaya yetmiyor.
AKP, Erdoğan’ın ‘usta’lığında, kendine hızla kanlı bir tarih inşa ediyor. Buna seyirci kalan hiçbir AKP’li milletvekili, gençlerin akan kanından kendini azade kılamaz.
Tarihimizin karanlık sayfalarındaki binlerce ‘fali meçhul’e Abdullah, Ali İsmail, Mehmet, Ahmet, Ethem’i de eklemeye çalışan AKP, göstermelik yargılamalar, silinen kayıtlar, kaçırılan sanıklar, belirsiz otopsi raporları, anlaşmalı soruşturmalar ile çok iyi bildiğimiz 90’ları, bu kez Batı’ya taşımaya kararlı görünüyor.
Artık birileri şu dehşet verici soruyu sormalıdır. Bu dramatik ve ölümcül ‘tesadüfler’ mobese sisteminin yüksek teknolojik ‘sır’larında mı?
Hatay, Antakya, Ankara, İzmir… kısaca Türkiye’yi bir baştan bir başa mobese ağlarıyla donatan Erdoğan’ın destan yazdırdığı polisin elinde, bu sistemin ölümcül bir silaha dönüşebileceği iddiasını, özellikle muhalefet partilerinin gündemlerine alması gerekir.
Ölen gençlerin ardından medyada yer alan bilgiler bile, birer veri kabul edilebilir. Hepsi sosyal olaylarda aktif ve sosyal medyayı yoğun kullanıyor. Görüşlerini ve eylemlerini sakınmasız dile getiriyor.
İşte en son Ahmet Atakan… Yer aldığı bir belgeselde “Gençlik adına konuşuyorum” diyor, “Halk arkamızda olduğu sürece, o dayanışmayı görünce, korkmuyoruz. Abdullah'ı kaybettik, öfkemiz bin kat arttı. Ali İsmail'i kaybettik, direncimiz bin kat arttı. Herkes bunu bilsin.”
Biliyorlardı! Bu bilgi ‘ölümcül tesadüfleri’ gerçekleştirdi.
Tıpkı, Erdoğan’ın kanlı konuşmalarına sıkıştırdığı Mevlana’nın bir sözündeki gibi:
"Sen bir şeyi düşünüp, eylemi için niyetine girdiğin zaman, niyetin nasiplisi de karşıdan aynı anda yola çıkar."