Otuzyedi yıl sonra

Komplo 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı'nda başladı ve Türkiye'yi kana bulayan suikastler ve katliamların son halkası 10 Temmuz 1980 günü Fatsa'da yapılan “nokta” operasyonu oldu.

Bu zincirin en kanlı halkası ise “Sıkıyönetim” altındaki Maraş'ta yaşandı.

Bu yüzden de Maraş Katliamı 12 Eylül'e giden yolda bir kilometre taşı, uyanan toplumsal muhalefeti bastırmak için girişilen bir senaryonun parçası olarak görüldü.

Oysa Maraş'taki kıyımın ardında çok daha fazlası vardı.

Etnik, dinsel ve politik bir “arındırma” niyetiyle sadece Aleviler ve Kürtler değil, muhalifler, sosyalistler, Çerkesler ve Romanlar da Maraş'ta biçildi.

Hala kayıp bedenler, ailelerinden koparılarak alınan kız çocuklarının öyküleri, travmaya dayanamayarak intihar edenlerin acıları yıllara yayıldı.

Resmi rakamlarla 105 kişinin öldürüldüğünü biliyoruz.

Ancak gerçek rakam bir bölümü saldırganlardan olmak üzere 150'nin üzerinde.

Davanın üç müdahil avukatı Ceyhun Can, Halil Sıtkı Güllüoğlu ve Ahmet Albay katliamı izleyen iki yıl içinde öldürüldü.

Yargılama zaten bir tiyatroylu andırıyordu; yirmiüç yıl sürdü. 350 kişi yargılandı, 22'sine idam cezası verildi. 321 sanık 1 ile 24 yıl arasında ceza aldı. 68 fail ise yakalanamadı.

Maraş'ı bir “istikrarsızlaştırma” zincirinin halkası olarak tasarlayan ve gerçekleştiren güç, yargılamaya da izin vermedi.

25 Aralık günü binlerce kişi bulabildikleri araçlarla Maraş'ı terk etti.

Geride evlerini, işyerlerini, eşyalarını ve anılarını bırakarak göç edenlerin akını bir gün sürdü.

Peki gidenlerin geride bıraktığı tahrip edilmiş en az bin civarında ev, beşyüz civarında da iş yeri ne oldu? Taşıyamadıkları, “belki döneriz” umuduyla geride bıraktıkları eşyalar ne oldu?

Benzer bütün kıyım öykülerinde olduğu gibi “el konuldu”.

Aradan geçen 37 yılda da bu durum değişmedi.

Yani 37 yıl sonra Maraş'ta birileri geçmişte katledilen ve şehri terk edip giden insanların mallarının üzerinde oturuyor.

Duvarlardaki mermi izleri kapatılmış, kanlar temizlenmiş, kırılan kapılar, pencereler yenilenmiş.

Fakat ne kadar yenilenirse yenilensin, temizlenmeyen, içten içe kanayan bir şey var.

Yazar Aziz Tunç, siyasi nedenlerle hapiste olmadığı zamanlarda Maraş Katliamı'nın peşine düşen neredeyse tek isim. Bu güne kadar yakınlarını kaybeden dörtyüze yakın insanla görüştü. “Beni sen öldür” adını taşıyan kitabı kurbanların öykülerini anlatıyor. “Maraş Kıyımı” adlı kitabı ise katliamın arka planına, kamuoyundan, yargıdan kaçırılan güçlere ışık tutuyor.

Aziz Tunç “Bir genç kızın annesinin ve ağabeylerinin kanına belenmiş bir bluzu yıllarca saklamasının anlamı bilinmeden bu katliamı anlamak da anlatmak da mümkün görünmemektedir” diyor.

Maraş, otuzyedi yıl sonra “kuru anmalarla”, “protestolarla” geçiştirilemeyecek biçimde gün ışığına çıkarılmayı bekliyor.



Önceki ve Sonraki Yazılar