RTE ve şürekasının düşünme seviyesi

İnsanı diğer canlılardan ayırt eden en büyük özellik; hayatlarını idame ettirirken, fıtratları (içgüdüleri) yerine akıl kullanabilmeleridir.
   Ancak, akıl kullanmak her insanda aynı sonucu vermez. Çok farklı tepkiler veren kişilerin hepsi akıl kullanırlar. Birisi diğerinin aklını beğenmeyebilir ama beğenilmeyen yine de kendi aklının en doğru sonucu verdiğini iddia eder.
   Akıl kullanmak düşünme sistematiğinin şekli ve seviyesi ile düz orantılıdır.
   Düşünce sistematiğini ise zihin haritası belirler.
   Öte yanda, zihin haritası da kişi açısından ‘dünyayı açıklayan en doğru model’ (paradigma) tarafından belirlenir.
   Paradigma:1) zekâ seviyesi, 2) kültürel miras, 3) eğitim modeli, 4) genetik kodlama, 5) dünyaya açıklık, 6) bilimsel buluşlar vb gibi çok değişik unsurların bir arada belirledikleri bir sonuçtur.
   Örneğin; bir Eskimo ile bir Asyalının kültürel mirasları farklı olduğu için, paradigmaları da farklı olacaktır.
   Hiç şüphesiz, egemenler de bir ülkenin başat paradigmasını tarif etme konusunda büyük rol oynarlar.
   Müstebit bir lider ise paradigma belirlemede muazzam etkin bir rol oynar.
                                                                     ***
   Bugün Türkiye’de paradigmayı, dolayısıyla zihin haritasını, dolayısıyla düşünce sistematiğini, dolayısıyla düşünme seviyesini RTE belirliyor.
   Nasıl ki ağanın “pohu üzerine poh yapılmaz”, son 10 yılda RTE’nin “düşünme seviyesi üzerinde de düşünce üretilemez” prensibi RTE’nin siyasette ve basındaki şürekâsının temel prensibi haline geldi.
   Zaten RTE’nin seviyesi şürekâsının seviyesini de belirliyor. Örneğin; Yalçın Akdoğan ve Yiğit Bulut çapında ve tıynetindeki kişilerin Turgut Özal’ın da danışmanı olabileceğini hayal edebilir misiniz?
   Veyahut; Turgut Özal’a danışmanlık yapmış rahmetli Adnan Kahveci’nin, Mesut Yılmaz’a danışmanlık yapmış dünya çapında işletme okulu Wharton’un hocası Bülent Gültekin’in RTE’nin emrine girebileceğini düşünebilir misiniz?
   Turgut Özal ve RTE!
   İkisi de muhafazakâr gelenekten (kültürel miras) gelmekle beraber, ikisinin sahip olduğu farklı eğitim, farklı zekâ seviyesi, farklı dünya görgüsünün çok farklı düşünce iklimi (ülke paradigması) yaratabildiklerini bu ülke kendi pratiği içinde yaşadı, yaşıyor.
                                                                     ***
   RTE’nin düşünce iklimini belirlediği ülkemizde:
   Cahil-i cühela Ahmet Kekeç (Star Gazetesi) inatla hiçbir analiz üretmeden, sadece ona buna hakaret ederek; hem ezik yıllarının hıncını çıkarıyor, hem de ‘sahibi’ Yalçın Akdoğan’ın takdirlerine ve ulufelerine mazhar olabiliyor.
   Hayatında ulaşamayacağı makama, sayesinde oturan, karşılığında düşünme seviyesini RTE’ye endekslemek zorunda kalan Mustafa Karaalioğlu (Kanal 24 TV) Berkin Elvan’ın toprağa verildiği gün RTE’ye:
   “Bir kur artışı bir borsa dalgalanması oldu. Bugün Berkin Elvan’ın ölümü üzerine provakatif olaylar üzerine kur hareketi oldu mu?” diye sorabilecek kadar, sadece gazetecilik değil, insani seviyesini de ayaklar altına alabiliyor.
                                                                     ***
   Eski Bakan Zafer Çağlayan gazetelerde kolunda boy boy resmi yayınlanan 700 bin liralık saati rüşvet olarak almadığını ifşa olduktan tam 88 gün sonra açıklarken:
   “Biz yolsuzluk yapsak; bu hizmetler, Akdeniz Oyunları, bu hastaneler yapılabilir miydi?” diye bir zırvayı yumurtlayabiliyor. Ben de yılların sanayicisi Çağlayan’a sorayım: Devletin hizmet üretmediği (örnek: Akdeniz Oyunları, hastaneler yapmadığı) bir ülkede devlet ihale yapabilir mi, dolayısı ile Bakan rüşvet yiyebilir mi?
   Bu zırvayı ‘bir Yahudi, Bir Ateist, bir Zerdüşt’ yumurtlasa hadi yine anlarım, ama Çağlayan gibi beleşe konarken bile ‘sevap kazanmayı’ hedefleyen (Sarraf’ın kucağında / uçağında Umre Gezisi) bir Müslüman patlatınca, anlamıyorum.
                                                                     ***
   RTE’nin ülkenin düşünme seviyesini hangi seviyeye indirdiğine en muhteşem örneği ise, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık verdi.
   “Bilal oğlan ile Pederi” arasında geçen konuşmanın montaj olduğunu açıklarken, TÜBİTAK’ın da kendisine bağlı olduğu hem Bilim, hem Teknoloji Bakanı şöyle buyurdu:
   “Ben o ses kayıtlarını ilk dinlediğimde çok açık bir montaj olduğunu hissettim”.
   Böylece, ses mühendisliği bilimi ‘hissederek ses tespiti’ metoduna kavuştu. Yakında TÜBİTAK ‘ses hissetme laboratuvarı’ açacak, başına da Medyum Memiş’i atayacak!
   Hazret; “İki kişi konuşurken, birinin sessiz konuşurken birinin bağırması psikolojik açıdan mümkün olmaz” da buyurarak; teknolojiden sonra, Türk diline olmasa da, psikoloji bilimine de katkıda bulundu. Psikologlar bu açıklamayı; “Malkara Keşan, hoppala paşam!” teorisi olarak kayda geçirdiler.
   Yetmedi, yine aynı Hazret; “Başbakanlık TÜBİTAK’tan teknik inceleme isterse, yaparız ama teknik incelemeye gerek duymayacak kadar açık bir montaj” diyerek, TÜBİTAK’ın bizzat kendisi olduğunu ilan etti.
                                                                     ***
   RTE’nin düşünme seviyesini belirlediği bir toplumda, Fikri Işık da pekâlâ Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı olarak görev yapabilir.
   Tersten söyleyelim: bu ülkeyi zerre kadar tanımayan bir yabancıya bile “Bizim Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık” deyin, “Başbakanınız RTE, değil mi?” diye cevap verir.


Önceki ve Sonraki Yazılar