Erdoğan-AKP darbesi durdurulmalıdır

Türkiye’de artık hukuken, siyaseten ve ahlaken meşru olan bir hükümet yok. Ama ortada seçimlerde halk tarafından düşürülmüş bir hükümet var, bütün toplumun kaderini etkileyecek kararlar alıyor. Türkiye’yi Ortadoğu’da savaşın eşiğine getiriyor. Sola ve Kürt muhalefetine saldırarak bir ülkeyi, kan gözyaşı ve terör sarmalına sokuyor. Üstelik bu kararları almaya hakkının ve yetkisinin olduğunu ileri sürüyor.

Bu bir darbe durumudur. Türkiye, örtülü bir darbe sürecinden geçiyor; Erdoğan-AKP darbesi…

Bu nedenle bırakın formel (biçimsel) bakımdan bir hukuk devleti olmayı, Türkiye artık bir kanun devleti bile değildir. Halk tarafından iktidardan düşürülen, ve fakat Meclis dâhil bütün anayasal kurumları devre dışı bırakarak ülkeyi yönetmeyi sürdüren AKP Hükümeti, artık iktidarı işgal eden bir kliktir. Devlet ve sermaye içi dinci/mezhepçi bir hiziptir.

Bilindiği gibi Erdoğan-AKP iktidarı, Urfa Suruç’ta 31 sosyalist genç yurttaşımızı katleden, sınırda Türk subaylarını öldüren ‘Irak Şam İslam Devleti’ (IŞİD) adlı dinci terör örgütüne karşı, uluslararası toplumun da baskısıyla, operasyon yapmak zorunda kaldı.

Ancak sinsiliği, riyayı, ikiyüzlülüğü, yalan ve takiye yapmayı bir mücadele, iktidara ulaşma ve yönetme yolu olarak kullanmayı meşru, dahası “kutsal” davaları için hak sayan bu zihniyet sahipleri, IŞİD’e yönelik operasyonu sola ve Kürt muhalefete karşı bir saldırıya çevirdi. Çünkü IŞİD ile AKP ve Erdoğan aynı zihniyet dünyasının unsurlarıydı. Bu mezhepçi terör örgütünü destekleyen, silah ve para veren, sınırlarımızı açan Erdoğan ve AKP iktidarıydı.

Bu nedenle AKP Hükümeti ve Erdoğan Suruç katliamı sırasında adeta suçüstü yakalandı. Para, silah ve üs verdiği bu terör örgütü gelip yurttaşlarımızı vurmuştu.

Yeniden ‘fetret’ dönemi

Erdoğan-AKP iktidarı, Cumhuriyeti yıktı ama yerine kendi rejimini, düşük yoğunluklu da olsa bir şeriat düzenini kuramadı. Bugün yaşanan siyasal gerilim ve krizin temel nedeni budur. Ülke yeniden bir fetret dönemine giriyor demektir.

Erdoğan, iktidarı kaybetmekten ölümcül bir korku duyuyor. Gezi/Haziran direnişinden sonra, 7 Haziran seçimlerinde de ağır bir yenilgi alan Erdoğan-AKP iktidarı, gerici karşı devrim sürecini tamamlamak ve geri dönüş eşiğini geride bırakmak için, yeniden tek başına iktidarı almak için elinden geleni yapıyor.

Bu nedenle Erdoğan-AKP kliği, bir süredir Yurt’ta duyurduğumuz kanlı bir kaos planını devreye soktu. Türkiye’yi bir iç savaş felaketine götürebilecek bu tehlikeli hamle ile toplumsal muhalefet odaklarını sindirmek istiyorlar. HDP’yi seçim barajının altına iterek, MHP’ye kaptırdığı milliyetçi oyları geri alarak yeniden tek başına iktidar olabileceklerini sanıyorlar.

Tablo çok açık; yüzde doksanı serbest bırakılan 150 IŞİD şüphelisine karşılık tam 1300 solcu son operasyonda gözaltına alındı. IŞİD yerine PKK kampları vuruldu ve hemen ardından şehit cenazeleri gelmeye, bölgede yeniden kanlı bir boğazlaşma yaşanmaya başladı.

Sadece bu olay bile, Erdoğan-AKP kliğinin kendi dinci/mezhepçi hedeflerine ulaşmak için, gerekirse ülkeyi ateşe atabileceklerini göstermesi bakımından ibret vericidir. Karşımızda kötülüğü siyasallaştıran ve toplumsallaştıran çok tehlikeli mezhepçi/dinci faşizan bir klik var. Bu unutulmamalı.

Laik Cumhuriyetin tek davası din olabilir mi?

Durum bu kadar açık olduğu halde Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan Erdoğan, Endonezya ziyareti sırasında, “Bizim tek davamız var” diyor; “İslam, İslam, İslam”!

Burası dini kurallara göre (şeriatla) yönetilen bir devlet midir? Bir Hilafet rejimi var da bizim mi haberimiz yok? Laik bir ülkenin cumhurbaşkanının nasıl tek davası oluyor ve davanın adı da mensup olduğu din oluyor? İnsanların doğuştan edindikleri, yani çok büyük bir çoğunlukla sonradan edinmedikleri bir özelliğinin üzerinden siyaset yapmak ne anlama geliyor. Türkiye Ortaçağ dünyasına ait bir ülke mi ki, tek davası din olsun?

İnsanlar istedikleri gibi inanır ve ibadet ederler, devlet ve hukuk düzeni de bu özgürlüğü garanti eder. Ama devletler, toplumlar akıl ve bilimle yönetilir. Tak davası din olan ülkeler, tarihsel ilerleme yatağının dışına düşen, kendi ortaçağlarını aşamamış, aklı ve bilimi dışlamış bir zavallılık içindeki ilkel toplumlardır.

Toplum bu tutumu ve yönelimi reddettiğinde, ülke direndiğinde ise söz konusu zihniyet dünyasının ürünü olan düzeni yaşama geçirmenin tek yolu kalıyor; ele geçirdikleri devlet eliyle baskı ve terör uygulamak. Bu nedenle, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdidi mezhepçi faşizan bir rejim/dikta diye tanımlamakta ısrar ediyorum.

Burjuvazinin yeni ihaneti

AKP izlediği sinsi iktidar çizgisi sırasında geleneksel egemen sınıf ve güçlere sürekli güven vermeye çalıştı. Bu süreci, sağ ve özellikle sol liberallerle ittifak yaparak, bu çevreleri yedekleyerek götürdü. Entelektüel açığını, kültürel donanımsızlığını, modern hayata yabancılığını ve birçok yetersizliğini liberallerin katkısıyla kapattı. Ortaçağ artığı zihniyet dünyasını ve gerici/mezhepçi programını bu destekle örtmeye çalıştı.

Kuşkusuz AKP iktidarında geçen son 13 yılda küresel sermayenin ve Türkiye burjuvazisinin talep ettiği bütün neo-liberal düzenlemeler yapıldı. Küresel sermaye ve yerli ortakları AKP Hükümetine bütün kirli işlerini gördürdü. Vahşi, insanlık dışı, hoyrat bir ekonomik ve toplumsal düzen kuruldu.

Bu nedenle başta İstanbul burjuvazisi olmak üzere, Cumhuriyet sermayesi AKP iktidarını ilk iki dönem boyunca destekledi. Ancak devleti bütünüyle ele geçiren AKP, özellikle 2008’den sonra kendi dar dinci ideolojik-siyasal programını yaşama geçirmeye yöneldi. Dolayısıyla bir süre sonra bütün sermayenin değil, sadece sermaye içi bir fraksiyonun, muhafazakâr ve dinci bir kliğin partisi haline geldi. AKP aslına rücu ederek özüne döndü.

Nasılsa İslam’ın kendine özgü bir ekonomi politikası yoktu. Yıkıcı kapitalist politikalarla siyasal İslam pekâlâ yan yana olabilir, vahşi bir piyasacılık İslamcıların ekonomik modelini oluşturabilirdi. Dolayısıyla izlenen bu politika, Batıcı sermaye çevreleri ile AKP arasında 2011’e kadar gelen bir uzlaşma zemini sağladı.

AKP Hükümeti, 2008 dünya ekonomik krizini de çok özel uluslararası koşulların sonucu olarak hafif atlattı. Sıcak para girişinin sağladığı geçici ve yanıltıcı rahatlamayı, kendi iktidarını sağlamlaştırmak için bir fırsata çevirdi. Ancak AKP’nin kurmayı hedeflediği yeni rejimin sınıfsal ve ekonomik temelini oluşturmaya yönelmesi, İstanbul sermayesinin alanının daraltılması demekti.

Bu durum başlangıçtaki uzlaşmayı bozdu. Rejim değişikliği köklü bir dönüşüm demekti ve eski dönem güçlerinin pozisyon kaybetmesi kaçınılmazdı.

Önceki ve Sonraki Yazılar