Evren, 12 Eylül liberalleri ve riyakârlık

Başlarken, önce şu satırları bir okuyalım:
“Ben bütün işçilere ve işverenlere sesleniyorum: Her iki taraf da birbirlerinin hakkını tanısın ve birbirinin hakkını versin. Bunu bütün işverenlerden ve bütün işçi vatandaşlarımızdan rica ediyorum. Memleketimiz bu sayede refaha ulaşacaktır.

Hemen ardından, bir de şu satırlara bakalım:
“İşçi ve işveren aynı gayeyle çalışmalı, karşılıklı hak ve görevlerin adil esaslara bağlanarak, mücadele ve kavga yerine meseleleri görüşerek anlaşma yolunun tercih edilmesi hedef olmalıdır. İşçi-işveren ilişkileri menfaat çatışması yönünde değil, menfaatlerin birleştirilmesi, müşterek menfaatlerin araştırılması yönünde olmalıdır.”

Bu birbirinin tıpatıp aynısı olan cümleleri kimler kurmuş olabilir, kim dünyaya böylesine benzer bir perspektiften bakmaktadır?
İlk cümleler Kenan Evren’e ait ve ikinciler Özal’a ait. Biri 1981’de kurmuş bu cümleleri,  diğeri 1983’te.
İkisi de emek düşmanı, ikisi de işçi düşmanı, ikisinin de dünyaya, siyasete, ekonomiye
bakışı aynı.Peki bunlardan Evren olanı, neden “faşist darbeci”yken, Özal olanı bir “demokrasi  kahramanı”?
Neden?
Cumhurbaşkanıyken şortla asker denetlediği için mi? “Semra Hanım, bir kaset koy da  neşemizi bulalım” dediği için mi? Omuzlarının üzerinde apolet olmadığı için mi?
Neden?
Türkiye liberalleri, bütün bir 80’ler ve 90’lar boyunca, milliyetçi, muhafazakâr ve neoliberal Turgut Özal’dan bir “demokrasi yıldızı” yaratmaya, bir “sivilleşme destanı” yazmaya çalıştılar.
Sovyetler Birliği dağılıyor, reel sosyalizm çözülüyordu, zamanın ruhu da buna uygundu yani; bir yandan kendi solcu geçmişleri üzerinden sola küfrediyorlar, öte yandan Özal şahsında piyasa ekonomisine, liberalizme, yeni dünya düzenine övgüler yağdırıyorlardı.

Hasan Cemaller, Cengiz Çandarlar, Mehmet Barlaslar, Mehmet Ali Birandlar, Ertuğrul Özkökler, Evren’e baktıklarında bir faşist, Evren ve 12 Eylül olmasa belki asla iktidar olamayacak Özal’a baktıklarında ise bir demokrat görüyorlardı ve hiç utanmıyorlardı!

Şaşırtıcı mı, elbette ki değil. Aynı güruh, 2000’lere gelindiğinde ikinci Özallarını ve ikinci ANAP’larını buldular: AKP ve Erdoğan askeri vesayetle hesaplaşacak, Türkiye’yi AB’ye sokacak, demokrasiyi kuracak, bölgesel bir güç  inşa edecekti.
Peki sonuç?
Sivilleşme diye diye, demokrasi diye diye, özgürlük diye diye gelinen nokta bir tek parti/tek adam rejimi oldu.
Bugün Türkiye’de kurumsallaşmış ve tahkim edilmiş bir 12 Eylül rejimi varsa, 12 Eylül hala sürüyorsa ve diktatoryaya bir adım kalmışsa, bunun düşünsel sorumluluğunun önemlice bir bölümü, önce Özal’dan, sonra Erdoğan’dan “demokrasi yıldızı” yaratan liberallerin üzerindedir.
Yargıyı AKP-C koalisyonuna teslim eden 2010 referandumunda “yetmez ama evet” demekten tutun da, “demokratik devrim tamamlanıyor” şeklindeki “teori cambazlığı”na, liberalizmin ucu bucağı belirsiz bir “günah galerisi” bulunmaktadır bu ülkede.
Şimdi ise aynı liberaller, pespaye bir riyakârlıkla, hem Kenan Evren’e ve 12 Eylül’e küfretmekte, hem de Erdoğan’ın “12 Eylül’ün mirasçısı” olduğunu söylemektedirler.
Ve bunu yaparken Özal’a ve düne kadar Erdoğan’a duydukları aşka dair tek bir cümle dahi kurmamaktadırlar.
Aralarında en dürüstlerinin ve tutarlılarının ise Barlas ve Evren’e “rahmet dileyen” Özkök olduğunu söyleyebiliriz.
En azından hiçbir zaman Çandarlar, Hasan Cemaller gibi “muhalif” pozu kesmemişler, güce tapmaya devam etmişler, bunu da gizleme gereği görmemişlerdir.
Diğerlerinin adı ise riyakârlık tarihine şimdiden altın harflerle yazılmış durumdadır!

Önceki ve Sonraki Yazılar